Başlığından aslında bu konunun nereye nasıl gideceğinin farkındasınızdır lakin ben yine de söylemeden edemeyeceğim. Lütfen dikkatlice dinleyip okutabildiğiniz kadar başkalarını da okutun…
Arkadaşlardan biri ile konuştuğumuz konu üzerinde "Bu siyasi bir konudur, bu fikre ihtiyatlı taraftarlık gösterilebilir." Dedi. Konuştuğumuz konu da bu Kürtçe tabelalar ve yollara Kürtçe levhalar koymaları ile ilgili... İhtiyatlı olmak ne demek biliyor musunuz? Siz. Elbette biliyorsunuz ama yine de ben diyeyim dikkatli tedbirli ve anlayışlı olmak Mübarek! Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ne demek ihtiyatlı davranılabilir...
1. Burası Türkiye Cumhuriyeti. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi dili Türkçedir. Anayasa hükmüdür. Türkiye'nin neresinde olursa olsun, resmi kurumlara bağlı hiç bir yerde hiç bir şekilde Türkçe dışında bir dil olamaz.
2. Dil, dil deyip geçiyorsunuz. Hiç mi duymadınız Fener Rum Patriği Gregorius, Rus Çarı Alexander’a yazdığı mektubu. Bu mektup hala günümüzü ışık tutarken; İşin bu kadar ciddiyetin de farkında değil misiniz? Bu işin ciddiyetinde olan insanlar bu mektubun okunması, okutulması için vasiyet bırakıyor. Uyanın! Kaldı ki dil, diye basit söyleyip geçtiğin şey organ değil; bu ulusun, bu milletin egemenliğini sağlayan, belirleyen bir kurumdur. Neyden bahsediyorsun, bahsediyorsunuz. İhtiyatlı olacakmışız. Hadi ordan!
Bunca dayatmanın sebebi kendilerini yer belirtmek, kendilerini ön plana çıkarmak için. Hani yıllar önce şehre adamın biri gelir, gece kondu diker. Hiç tanımadığı birinin arsasına… Sonra devlet emlak affı, bilmem ne affı diye o toprağı o köyden gelene verir ya! İşte, yapmak istedikleri; dağdan inip bağdakini yabancılaştırmak... Yer miyiz? Biz bunu...
Birileri de çıkmış hatta dur ya isim vereyim, had bilmezleri; Serra Bucak ile Doğan Hatun "Çok dilli belediyecilik kapsamında belediyelerin tabelalarını değiştireceğiz" derken amaçlarının ne olduğunu anlamayacak kadar kör müyüz? Birde demezler mi? İşyerlerinde Kürtçe isimleri tercih edecek olan işletme sahiplerine vergi indirimi uygulayacaklarını ve Kürtçeyi resmi kurumlarda pekiştireceklerini" ...Lan!!!
Niye bu kadar bu konu da direniyorlar meclisten onay alınmaya çalışıyor farkında değil misiniz? Perde arkasını hiç mi merak etmiyorsunuz?
Türk milleti dediğiniz sadece bayrak mı zannediyorsunuz? Bizim asırlardır süre gelen tarihî, kültürü, hukuku ve dilimizi nereye sarıp sarmaladınız? Biri giderse ya da biri eksik olursa nelerin kayıp olduğunu, nelerden yoksun olduğumuzun şuan bile farkında değil misiniz?
Karamanoğlu Mehmet Bey'in fermanını hiç mi duymadınız? Neye, kimi müsaade ediyorsunuz? Yerinizi haddinizi bilin. Burası Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Eğitimi başta olmak üzere yapılacak olan her şey Türkçe olmak zorundadır. İhtiyatlı falan olamam ben, mevzu bahis benim vatanım ise ne anlayışım kalır, nede ben.
Suriyelilere göre, Kürtlere göre düzen alınamaz, alınmaması lazım. Bu o, şehrin değil Devletin kendi kuyusunu kazmak olur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni parçalamak için bu kadar apaçık iş tutanlar ve faaliyette bulunanlar kimliğe saygı gösterin diyorlar... Eyvallah! Saygımız sonsuz. Dışarda Kürtçe konuştun, konuşma mı? Dedik. Anana, babana Kürtçe mektup yazdın da onu mu engel olduk? Ne yaptık? Saygısızlık olarak...
Devlet içinde oluşum içinde olmak değil midir? Saygısızlık. Aslında bunun adı başka bir şey de... Sırası gelince onu da deriz.
Şimdi size başta bahsettiğim Fener Rum Patriği Gregorius, Rus Çarı Alexander’a yazdığı "Osmanlıyı Nasıl Yenersiniz?" başlıklı mektubu paylaşacağım. Okuyun! Ayağınızı denk alın, kim hain kim kardeş iyi belleyin.
Mektubu paylaşmadan önce kısa bir bilgi vereyim; Fener Patriği V. Gregorius’un, Rus Çarı II. Alexander’a yazdığı bir mektup (ki, Rusya’nın İstanbul Sefiri General İgnatiyef’in hatıralarında da yer alıyor.) Osmanlı hükümetinin eline geçmiş ve Patrik ihanetten yargılanarak idam edilmişti (22 Nisan 1821). Ve Patrik’in önünde asıldığı kapı hâlâ kapalı...
Aradan 195 yıl geçmiş olmasına rağmen, bir an bile açılmadı.
27 Mayıs 1996’da bir televizyon kanalına çıkan Patrik Bartolomeus’a sorulmuştu:
“Önünde bir Türk büyüğü asılmadıkça asla açılmayacağı söylenen bu kapıyı, Türk halkına karşı bir jest olması ve bu tür iddiaların gerçeği yansıtmadığını gösterme adına sembolik de olsa birkaç dakikalığına şöyle bir aralayamaz mısınız?”
Patriğin cevabı çok kısa ve çok kesin olmuştu:
“Bunu benden önceki patrikler yapamadıkları gibi, ben dahi yapamam. Böyle bir şey asla söz konusu olamaz...”
Ve işte o mektup;
“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayri mümkindir. Çünkü Türkler, Müslüman oldukları için çok sabrlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müsbet yolda sevk-ü idare edecek reislere sahib oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da ananelerine olan merbutiyyetlerinden, ahlaklarının selâbetinden gelmektedir.
Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi rabıtalarını kesr etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icab eder. Bunun da en kısa yolu, an’anat-i milliyye ve maneviyyelerine uymayan harici fikirler ve hareketlere alıştırmaktır.
Türkler, harici muaveneti reddederler. Haysiyet hisleri buna manidir. Velev ki muvakkat bir zaman için zahiri kuvvet ve kudret verse de, Türkleri harici muavenete alıştırmalıdır. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zâhiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir.
Bu sebeple Osmanlı Devletini tasfiye için mücerred olarak savaş meydanlarındaki zaferler kâfi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vekarını tahrik edeceğinden, hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir.
Yapılacak olan, Türklere bir şey his ettirmeden, bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır.’
Benim Osmanlı Devleti nezdinde vazifede olduğum esnada bu teşhisler tamamen isabetle tecelli etti.”