Ailenin temelini teşkil eden evlilik bütün ilâhî dinlerde, kadın ve erkeğin kendilerine özgü bir mahremiyet ve paylaşım alanı oluşturmalarına ve insan soyunun devamına katkı sağlamalarına imkân veren yegâne meşrû ilişki olarak kabul edilmiştir. (A‘râf , 80-81)
Meşruiyeti Kur’an ve Sünnet’in yanı sıra icmâ ile de desteklenen evlilik fukaha’nın çoğunluğuna göre evlenip yuva kurmak, aile sorumluluğunu üstlenip topluma yararlı çocuklar yetiştirmek Allah’ın hoşnut olduğu işlerden olduğu için geniş anlamıyla ibadet kapsamındadır; hatta evlenmenin sevabı nâfile ibadetlerle meşgul olmak için bekâr durmanın sevabına nisbetle daha üstün sayılmıştır.
Çünkü aile hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile, hem de kişiyi dinen günah sayılan çeşitli kötülüklerden alıkoyan bir vasıtadır. “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır” (Rûm, 21). “Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi uygulamazsa benden değildir. Bunun yanı sıra İslâm hukukçuları evlenmenin dinî hükmünün çeşitli durumlara göre kişiye farz, sünnet, mubah, mekruh ve haram olabileceğini de belirtmişlerdir.
Evliliğin dini ve beşeri boyutu ile beraber sosyal ve psikolojik bir boyutunun da olduğu izahtan müstağnidir. Her bireyde olduğu gibi farklı mizaç ve eğilimleri olan kadın-erkeğin beraber olmaya karar vermeleriyle birlikte hayat boyu her şeyin olumlu gideceğinin bir garantisi yoktur. Bu gibi durumlarda eşlerin birbirlerine karşı duydukları muhabbet ve saygının gereği ile muhtemel olumsuzluklarda ortak bir yolun bulunması gerekmektedir.
Her nimetin bir külfeti olduğu gibi her ibadetin de bir takım şartları vardır. Yetişkin iki kişinin bu mübarek yolda beraber düşünüp beraber hareket edebilmesi ve için dinen, her birinin diğerine karşı uyması gereken birtakım sorumluluklar yüklenmiştir. Evliliğin ibadet olması ve ahiret saadetinin elde edilebilmesi için eşlerin adeta birer ayakkabı misali; birbirlerinin hareketlerine uyum sağlayabilmesi zaruridir. Erkek sağ ayakkabıysa kadın sol, erkek sol ayakkabıysa kadın sağdır. Bu iki ayakkabı gibi kadın ile erkek birbiriyle eşit değildir ama eştir. Biri önden giden diğeri arkadan gelen veya farklı yönlere bakan ayakkabı çiftlerinden düzgün bir istikamet çıkmayacağı malumdur.
Hanımı erkeğine bir emanet, erkek ise hanımına bir nimettir. Emanete hıyanet nifak alemeti iken, nimete şükürsüzlük ise azabı celbeder. Eviliğin bu emanet ve nimet dengesi içinde karşılıklı olarak dikkate alınarak şeytanın ve kişisel taşkınlıkların önüne geçilmesi evliliğin bir imtihanıdır. Aile kurmanın dinen büyük bir ibadet olmasının yanında aile kalabilmek için karşılıklı anlayış ve sorumlulukların dikkate alınarak beraberce sabır ve sebat göstermek, evliliğin imtihan boyutunu ortaya koymaktadır.
Hayatımızda pek çok imtihan çeşidi ile yüce Allah bizleri çeşitli sınavlardan (Bakara, 155) geçirmektedir. Bu sınavların en çetin ve en hassas olanlarından ilki şüphesiz aile ile olan imtihanlarımızdır. Hatta peygamberlerden Hz. Lut ile Hz. Nuh (as) ailesi ile imtihan olan peygamberlerdendir. Allah’ın en seçkin kulu ve elçisi olmaları onları bu imtihandan alamamıştır. Bununla beraber bu iki peygamber Allah’ın azabı gelinceye kadar ailesi ile olan irtibatını ve evliliğini devam ettirmiş belki hidayet bulur ümidi ile sabır ve sebat göstermişlerdir. Karısıyla imtihan edilen Hz. Lut ve Nuh,(as) Allah’ın emrine uyup kendisini inkâr edenleri –içlerinde karısı da olsa- terk edip imtihanı kazanırken, karısı ise davet elçisi eşine karşı çıkıp kavmine uymakla imtihanı kaybetmiş oldu. Nitekim Kur’an da bu hususa işaret eder: “Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! Denildi.” (Tahrim, 10)