Dualarla uğurlamıştım; sevdiğim insanı. İyi kalsın, iyilerle kalsın diye... Hatta başka sevdiğim insandan öğrendiğim;
“Muhabbet ehli odur ki, sevdiğini görmekle memnun, görmezse kaydında değil.
Aşk ehli o ki, görmekle memnun, görmezse mahzun,
Dert ehli o ki, görse de mahzun, görmese de” Rabbim, muhabbeti dert ehli ettirecek insanlara denk getirsin sözleri ile Allah'a emanet etmiştim ben onu...
Eee ben insanım, önce sevindirip sonra üzebilirim.
Olmadık bir zamanda şah damarından kesebilirim bütün cümlelerin... Haddimi aşabilirim... Yaparım! İnsanım en nihayetinde...
Neyi, kimden, neden ve ne şekilde istedin?
Yarını ondan istedim; yarınlar için...
Hakkın olmayanı talep ettin öyle mi?
Haklılık payın çok yüksek; o da ne dese hakkıdır ama eline değil yüreğine baktım; sevebilir dedim.
Sevebilir derken?
Evet, sevebilir. O okyanustu. Ben ise küçük su birikintisi... Ne olursa olsun ikimizde su diye düşündüm.
Hata mı ettim?
Okyanustaki su ile senin yerin bir olabilir mi?
Okyanusta bir damla olduğunu biliyorsa evet, yerimiz birdir...
Yok, ‘koskoca okyanus benim’ dese; beni bırak kendine dahi faydası olmaz...
Fayda dediğin ne?
Her sözümde art niyet arama; Ne olabilir ki. Ekmek, su verecek değil ya!
İnsanın üç türlü açlığı varmış; Aklı, kalbi, bedeni...
Akıl ilim fen ile. Kalp, sevgi ile. Beden, yemek içmekle…
Çok şükür aç değilim. Rızkımdan endişem yok. Aklımı da mümkün mertebe okuyarak taze tutmayı çalışıyorum. Kalbimi ise o ve onun gibilerin kelamı ile dolduruyorum...
Nasıl yani?
Şöyle izah edeyim. Ben suskunum. Beni bilen bilir; herkesle konuşmam. Konuştuğum insan kulaklarımdan kalbime güzel kelam edemiyor ise zaten uzak dururum. İşte, o benim kulağımdan kalbime kelam fısıldıyor; ben o kelimeleri alıp; yazabiliyorum. Bu bana iyi geliyor... Yetiyor da... Eğer buna faydalanmak dersen, evet ve ben bu faydasını çok seviyorum…
O zaman?
Yapacak bir şey yok. Her şeyin fazlası zarar iken sevgi de mübalağa yapın demişler. Benim gönlüm geniştir, Kızılhisar ovası gibi; toprağı verimlidir. Sevgi eken, diken biçmez...
Lakin en nihayetinde İnsanım… Güllerden bir gül, çiçeklerden bir çiçek ve ben can suyumu hep kelamdan aldım. Bir kelimeyi binlerin yerine koyar koyar boşaltırım. Yeri gelir bin kelimeyi kulağımı da, gönlümü de kapatır izlerim...
Ben insanım, dağlar gibiyim...
Yeri gelir boyumun ölçüsünü de alırım.
Yerimi, yurdumu... Öğrenirim birden...
Ve şimdi;
Görmediğim gözlerinin öfkesi sardı, İçimi...
Duymadığım sesin çınladı, duvarlarda bugün...
Hakkım olmayan, haddimi bildirdi.
Kendi kelamımın şiddeti kesti attı.
Yatağın üzerinde ölü gibi yatarken, yüreğimin üzerine konan taşı kaldırmayı elim gitmiyor...
Düşüncelerim kadar ağır gelmeyen bu taşı alıp atsam ne, atmasam ne...
Sol ayağımın parmak uçları uyuşmuş; adım atmak şöyle kenarda dursun parmağımı oynatmak istemiyorum...
Ben insanım; yorgunum, biraz yıkık biraz da yalnız...
Bütün bu yorgunluğun içinde sesini özledim. Arasan, duysam; koca dağlar yerinden oynayacak. Kör akşamın birinde ayağa kaldıracak; mezarlıkta sırasını bekleyen bedenimi...
Bir ölü başında oturup, ağlayan benim, onu öldüren de...
Ben insanım... İnsanlığımdan utananda benim…
Bütün hayallerimi süsleyen o insanla aşkımızın meyvesi olan; çocuğumu besleyen de benim büyütende.
Beni öldüren de, evladım...
Eee netice de oda insan...
Değil mi?
Neyle, kiminle nasıl gurur duyacağım, duyacağız?
Evladını öldüren annenin, sahte gözyaşlarını, başarılı bir şekilde dökmesi ve herkesi kendine inandırmasıyla mı? Bir evladın(!) babasını öldürüp, kesip, biçip sonra bidona koyup çöplüğe atmasıyla mı?
Öyle ya çok güzel fikir değil mi? Siz söyleyin hangisiyle?
İnsanlar... İnsanlar.
Azizim; İnsanlar bir at kadar olamadılar...