ZANNEDİYORDUM ki ip onun, ben bağlıyım gitmem bir yere. Meğer ip yokmuş... Yol var... Yolcu var... Ve yol üzerindeki levhalar... Ve ben otobandayım... Arkama bakarsam kaza edeceğim... Yol hak yolu. Yolcu ben(biz) levha (hayatımızdaki hayati değer arz eden kitaplar, insanlar)
Lafı uzatmanın manası yok. Muhtemelen yüz kişiden bir iki kişi bu satırları okurken sıkılmayacak ya da çok uzun deyip hemen başka sayfaya geçmeyecek... İnanın üzülmüyorum bu duruma çünkü yıllardır bunun üzerine çok şikâyet aldım ama benim niyetim binleri değil biri bulmak. Beni anlayan o bir kişiyi bulup nar gibi tane tane yüreğinden damlalar almak...
26 Kasım 2021 yılında kaçtığım şeylerin aslında kurtuluşum olduğunu idrak edeceğim zamanların ilk günleriymiş dedim. Çünkü Rabbimin “Zül Celali Vel İkram” sözünden hareketle yaşadıklarımı bağdaştırıp idrak noktasına geldim... Saat 21.00-22.00 arası Ümraniye de bir kapının eşiğinde konuşmak için beklediğim demler. Ruhumun, beynimin enkaz altında kalmış hali. Yol boyunca beynimde kurulu saat gibi kurduğum, ‘şunu, şunu diyeceğim’ diyordum. Öfkeyle karışık bir tedirginlik vardı içimde. İnanır mısınız? Bilemiyorum ama bildiğim her şeyi unuttum adımı zor söyledim desem yeridir, onun deyimiyle "konuşma zamanım gelmemişti". Haklıydı.
Hayatımda belki de bir daha göremeyeceğim insan da böyle bir intiba bırakmak istemezdim, kendimin boş olduğunu biliyordum da bu kadarını tahmin etmemiştim. O gün bunu iliklerime kadar hissediyordum. Tabirimi uygun görürseniz Kaplumbağanın en ufak sesten korkup saklanması gibi dilim kabuğuna çekilmişti... Ve ben yıllardır biriktirdiğim yeri geldiğinde ‘taşıyamıyorum’ dediğim cümlelerin altında kalmıştım... O gün hiç konuşmadan oradan ayrıldım... Günler ayları nasıl kovaladı ise bende kelam kovaladım. Çünkü eğer bir söz yüreği etkiliyorsa elbet orada bir şifa vardı öylede oldu... Ortada bir ip vardı ben o ipi dolandıkça dolanmak istedim. Kelam ipi... Hamdım. Sürekli olmamış meyve sancısı veriyordu ruhum ... Devir, devrin insanları birlik olmuş hep pusu kuruyorlar gibiydi... Bağlandığım o kelam ipliği ayakkabının bağı dahi olsa, baş göz üstüne bu saatten sonra bin sillene çeker gider miyim? Ateşin başında oturup ekmeğin değil de kendimi kızartmak varken, buğday başağı olarak kalmaktansa yoğrulup ekmek olmak varken aksi durumu nasıl kabul ederdim. Hem pınarın başında durup da bir damla dahi alamadan oradan kalkmak olur mu? Olmaz elbet. Lakin nasıl olduysa yanan ateş iyice harlandı ip kördüğüm olmadı aksine pamuk ipliğine dönüştü. Öğrendim ki insan en çok sevdiğinden korkarmış… Korktum, kaybetmekten. Nasipsiz bir şekilde ömür tüketmekten. Dudaklarımdan dua dökülürken, göz ve kalp nasıl iştirak etti, gördüm. Yüreğim inceldi sanki. Bir gülü koklamaya itina ederken ağaçların bile yapraklarının zikir halinde olduğunu gördüm. Yerdeki otun, bir tane arının, ayağımızla ittiğimiz taş parçasının, yolda sürüne sürüne giden solucanın benden faydalı olduğunu gördüm, gördükçe utandım... İnsan, insanlığından utanır mı? Utanırmış. Çünkü bunları hissettiren, öğreten biri vardı... Ben 30 yıllık hayatımda gördüğüm ama elime aldığım kitaplardan bir şey hissedemeden yaşadı isem ama şu an bağlandığım ip ile tadını ala ala okuyorsam bana bunu hissettiren insanın kapısının eşiğinde durulup bağlanılmaz mı? Bağlanın. Popa, topa, paraya, kadına bağlanacağınıza bir kitaba, bir satıra, sizi yol levhası olan insana bağlanın. Hemen hemen anlattığın kelamın bir benzerini başkalarından duyarken yüreğimizde yaprak oynamaz lakin sen anlattığında gönüller gül bahçesi oluyorsa o insanın ayağına da ayakkabısının bağını da bağlanılır...
Bugün günlerden 10.08.2023... içimde ki dolu dizgin koşan atları tutabilene aşk olsun ne bu hız... Nefesim kesildi kesilecek, koşuyorum. Gecenin karanlığına ihtiyacım var. Yağmurun tadı yüreğimi delip geçecek sanki. Utanmıyorum ellerimi iki yana açıp sırılsıklam olmaktan. Ve tek bir şeyi zikir ediyor yüreğim "ayakkabı bağın dahi olsa ben ona bağlıyım". Senin otobana çıkarıp “ben yol levhasıyım” dediğin o şey senin için benim yaptığım hüsnü zan etmem olsa da Eyvallah. O senin, (sizin) düşünceniz... Biliyorum ki levhaya dönüp bakmaz isem İmam Rabbaninin mektubatı baş ucumda durmak istemez. Levham olmasa edilen kelamlar bir kulaktan girip diğerinden çıkar... Kitap okumak bu kadar heyecanlı olmaz. En önemlisi şu an bu hissiyat ile bu satırlar olmazdı... Mezarlıklar bu denli önem arz etmezdi... Biliyorum ki sonradan edindiğim gönül bahçemin bütün gülleri sana ait...
Otobanda ki levham kaldır ruhunu arşa bak! Masmavi ... Yüreğinde ki kara bulutları dağıt, Levhayı hurdacı belki ‘üç kuruş etmez’ deyip atabilir lâkin nazarım da değerin paha biçilmez... Niyetim seni pohpohlayıp boş lakırdı değirmeni döndürmek değil, sen ki samimiyeti ayak seslerinden tanırsın. Keşke yüreğimi avuçlarının arasına bıraksam da nasıl bir hamlık içinde olduğunu ve kapının eşiğinde sadece yanmak istediğini bilirdin. Ve sen(siz) onca diken içinden gülleri sunuyorsan, bazı şeyleri ambalaj yapıp bizlerin yüreğini tohumu atıp, gözden yaş düşürüyorsan ne diye boynunu sol omzunun üzerine koyup uzun uzun düşünüyorsun.
Sözlerinden hissediyorum ki kendini sorguluyorsun, ne olursun yapma! Kışın zemherisinden tutup çıkardığın insanlar var bu alemde... Vasiyetini alıp okuyan hatta onları dağıtmaya çalışanlar var. Bunlardan habersiz olduğun için kalbini yoklama...
Hüsnü Zan ediyorsun kişi bunu kendinden bilirse kendini ateşe atar diyorsun Eyvallah haklısın ama ne ipimi kes nede yoldan levhamı... Hem daha öncede dedim;
Sohbetiniz nasıl bir iklimdir ki uyuyan âmâyı uyandırır...
Göz yaşı tuz misali yüreği akar gider kavurur da,
Vuslattan dem vurur...
Kelam Sultanım, mezar yerini söyler durursunuz, ektiğiniz tohumları geride tek bırakmak olur mu?
Önce yol verseniz bizler bir gitsek gelecek olan misafire döşeğini atsak olmaz mı?"
Varlığınız daim olsun İnşaallah...
Velhasıl kelam bağlanacağım şey ayakkabının bağıda olsa bağlıyım. Kapının eşiğinde boynumu büküp talebe olma arzusu içindeyim… Ocak senin ve ben o ocakta ne kadar yanabilirsem yanmak muradındayım. Kim bilir Rabbim belki nasip eder ben isteyeyim. Sizlerde isteyin…