Söz bile nasip işidir, nasibin peşinden koş… Özüne dön Ceviz kabuğu değil içindeki özdür lazım olan…
Alimlerimizden, hocalarımız ve hacılarımızdan korkmaya başladık, Alim gibi görünen şerefsizlerden olmaktansa deli olup divane gezmek istedik zira deli olmadan da veli olmazı öğrendik…
“Okumayı bırakma” diyen hocalarımız yerine kalem kıran kitap yırtan insanları türettik…
Haya evimizin perdesi, yırtıp attık. Yapmak istediğimiz her şeye bir bahane bulup asıl yapılması gerekenleri yok saydık. Gayri meşru işleri hak bilirken, hakkı değirmen damlarında una beledik…
…
İşte tamda bu noktada yeni hikayeler yazıyorum BAMTELİM DELİ hissediyorum. Bu devrin insanı olmaktan çıkıp kâğıt kaleme sarılıyorum ama deve kuşu gibi tekrar tekrar kafayı kâğıda gömmenin ne faydası vardı ki… Er meydanı boştu ve meydana yiğit, yılmaz, güçlü birini desteklemenin en iyi zamanıydı belki de…
Bu yüzden; demir dövüldükçe keskinleşir ve sorumluluk kabul edilmez, alınır terbiyesini takındık… Bağlantılar oluştu daha çok kitap, daha çok insan ve bunlarla yenilikçi, farklı düşünce tarzı ile tekrardan yaş ağaçları yetiştireceğiz… Çünkü hayat vermiş olduğu sorumluluk ile dövmüş ve benliğimizi keskinleştirmişti, keskinleşen yanımız ile kesecek idik hakka uzanan elleri.
Dava insanıydık sonuçta. Bu yüzden geceyi, gündüzden daha çok seviyorduk ve kötülüklerin gece işlenmesinden haz almamıştık… Her zanlı gecenin koynuna sığınıp pervasızca suç işler iken ve gece potansiyel suç örtme, suçluyu gizleme olarak yargılanıyordu… Şimdi… Gereği düşündük…
Gündüzün aydınlığını kenara bırakıp gecenin koynunda saklananları gün yüzüne çıkarma zamanı… Ya Hak!
ŞİMDİLİK… SUÇUNUZ İSPAT EDİLENE KADAR SUÇSUZSUNUZ; ELBET KARŞILACAĞIZ…Adalet elbet tecelli edecek...