Ayyaş ruhumun boynuna taktığım tasmanın üzerinde bir isim, " beşer". Belli ki hata ona mahsus, adından da belli. Ayılmak istemiyorum, ayılıp bu dönen çarkın içinde yer almak istemiyorum... Uyumak... Daima uyumak istiyorum. Çünkü pişmek için geç, yanmak için erken, hayati mısralara...
Bilmediğim sen misin, ben mi? Deyiversen...
Kor mudur yoksa kör mü? Bilemem...
Ocakta ne kaynar böylesine, kaynarda azalmak bilmez.
Kim bilir belki de pişmanlığın aleviydi bu duman...
Geç kaldık, Hayati mısralara. Dizginleyemediğim asi ruhumu yola azıksız çıkmış yolcu gibi terbiye etmeye çalışıyorum... Yorgunluğum had safhada.
Peki, cenaze nerede? Acı bir selâ okunur minareden ve gökyüzüne salınır ölümün kokusu... Bileniz var mı, ölümün kokusunu? Kimin nasıl yanıp gitmediğini, kimin gül bahçesinden bir bahçe sunduğunu... Yağmuru özlemiş toprak misali olur insan. Cenaze ortalıklarda yok. Etrafınızda yaşayan pek insanın da olduğu söylenemez...
Ah! Şu dibini bulamadığım şişeler... Aslına bakarsanız sevmiyordum boş şişelerin arasında duyguları toplamayı. Aradığımı bulamıyor bulduğumu zannediyordu... Çok dağınıktı, bu hayat... Bu, yazıdan alkol aldığımı düşünen zihniyet kadar aciz.
Satırlar satırlar... Yazılamayan ama yürekte hep hissedilen kelamlar... Hep var olmaya devam edecekti. Kimsesiz kalmış hiç bir söz yerini bulmayacaktı. Onca anlamını yitirmiş şeylerin içinde seni görecek olmanın hayalini taşıyan gözlerime, yüreğim nasıl destek veriyor bilemezsin... Bilmediğin o kadar çok şey var ki... Ve ben onca bilinmezlikleri defterimin arasına koyup yola revan oldum...
Uyku nedir bilmeyen gözlerim, uyuyan ruhumu senin satırlarını üflerken bir radyo programında duyduğum cümle ile direnişe geçiyor camdaki başım. "filanca nerede demezler, cenaze nerede derler?"
Lâkin şu bir gerçek yaşama yükü ağır geliyor... Yaşayan bir cenaze nerede bulunur, sorusunun cevabıydı ruhum...
Dün akşam bir arkadaş ile trafikteyiz, malumunuz radyo açık... Eşlik ettiğimiz türküyü araç içinde seslendirirken kırmızı ışıkta karşıma üstü başı virane olmuş hasta olduğu her halinden belli bir kadınla göz göze geldik... Eşi kolunu girmiş yol boyu ona destek olduğu belliydi... Türkü boğazımda taş olup oturmuş gözlerim dolmuştu o zaman istemsiz bir şekilde "yaşanılacak gibi değil" Dedim... İnsanlığımdan çoğu kez utandığım o dakikaların içindeyim. Yaşanılmaz olan yer Türkiye değil, elbette. Kaldı ki şairin de dediği gibi “biz bu ülkenin üzerinde yaşayamaz isek altında yaşarız”. Akşamın soğukluğu iliklerime kadar işliyordu. Hayli yorgun düşüncelerim... Bir hatanın üstüne bir yenisi daha eklenmiş heybeye konulmuştu... Ne demiştik en başta 'Ayyaş ruhumun boynuna taktığım tasmanın üzerinde bir isim " beşer". İnsan olmanın vermiş olduğu İnisiyatif ile peş peşe tekrar ediyorduk eşek bile aynı kuyuya iki defa düşmez iken.
Üşüyorum, o kadının gözlerinden kalma üşüme bu. İnsanlarda ki kahkahalara inat... Belli oldu, istirahat yok, nöbetteyiz. Ve bunca cenaze nerede bilemiyorum.