'Har' diye kelamına bulandığım günden beri, 'Can' diye çıkar sesim. Evime yeni gelecek misafir gibi bekledim benden önce eve gelen kitaplarımı ve ellerimden ziyade gönlüm baktı satırlara… Parmaklarımı kitapların üzerinde gezdirirken adım adım yaklaşıyorum o saadet dolu duvarların içerisine. Yağmur yağmışta her yer yağmur bereketi sarmış gibi. Fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusu gibi… Yeni çekilmiş kahve…
Lakin, pekte yazasım gelmiyor bu aralar… Cümlelerin ağırlığından mıdır yoksa daha demini almadığı için midir bilemiyorum ama merak ve endişe içinde kıvranan düşüncelerimi ket vuramıyorum. Ne hikmetse insanları izlemekten de geri durur oldum. Manasını kaybetmiş gibi her şey belki de yüklemi olmayan cümleleri bu yüzden sürekli kuruyorum ve hala başım belada eksik harflerle ve devrik cümlelerle.
Not defterimde bir kaç satır yazılmış cümleleri toplayamadım. Günlerdir açılmamış evin perdeleri gibi... Çiçekler güneşsiz kalmışta başlarını öne eğmiş gibi… Değişik bu aralar her şey… Kurşunlar hedef tahtasını isabet etmemek için çırpınırken, sağ elimdeki silah sol elimin vermiş olduğu destekle zor duruyor avuç içimde… Çok önceleri öğrenmiştim çok sıkmamam gerektiğini, kuş misali tutup titretmeden gözümü kapatmadan hedef tahtasını nişan almayı…
Bırakıyorum kâğıt kalemi, uzun bir yolcuğa çıkmaya niyetliler ve ben yolculuğa çıkmadan sana ucu açık satırlar bırakıyorum yani Ateşe verilmiş satırları bırakıyorum kâğıtların üzerine...
Alev, alev olmuş yürek çarkının içinde evrilirken, hasret örümcek misali ağını kurarken ocağıma, vuslat bahçe kapısının dışında girmek için bekliyor... Elleri kanlı zanlı gibi zaman.
Dizlerimi dizinin yanına bükülsün diye beklerken ayrılık ateşini harladığını nasıl izah edebilirim, yüreğimdeki çocuğa iki gözü iki çeşme iken. Gelmeyecek denilir mi gözü yolda olan insana?
Sesin rüzgârlara karışıp kulağıma misafir olurken kendimi bir çay bardağın başında konuşurken buluyorum. Kayıp şehrin kayıp insanı... Yol iz bilmem gelemem mi zannedersin?
Arayıp bulduğum her ne kadar sen isen bakıp gördüğüm ben değil miyim? Öyle ya insan nasıl bakarsa öyle değil midir?
Halimin hâkimi, başımın sola düşüş yeri yağmayan yağmura, doymayan güneşe ne denir. Sabaha en yakın gecenin içinden çıkıp gelen ayaklarımı git mi diyeyim, git demeyle gidilir mi?
Uykum var... Yarına uyanmamak üzere derinlere dalmak istiyorum. Ruhum kendi âleminde, bedenim kurtlara kuşlara emanet...
- Yüreğimin, dikenlerini bile hasret kalacağı o günleri görmek istemiyorum,
"Merkebe semeri ağır gelmez" derler, yalan efendi, yalan!
Merkep bilir mi ki ne taşır, yol onu nereye götürür...
- Deme öyle! Merkep ‘in bir bacağı topal da olsa gider menzile...
- Bu merkep neden hala avare, efendi!
'Har' diye kelamına bulandığı günden beri, 'Can' diye taşıdığı semer ruhuna ağır gelmez mi?
'Gözyaşları ile yüreğime ektiğin gülleri sular dikenlerini parmaklık bilirim.
Gelemiyorum ya, biliyorum kaf dağındaki hayatı.
Lâkin masal bu ya "İyiyim" kelimesine gül yüzlü suretin eklendiği gün
Zemheri de bile bahar olur ömrüm, mis kokar yüreğimin gülleri can semerini atar karışır canana…