Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum. 29 Ekim olmak istediğim yerde olamamanın hüznü ile dalgalı gözlerle satırlar okuyordum, telefondan...
... 20.45 de telefon geldi, destur çekip olduğum yerden doğrulup dizlerimin üzerine çöktüm... Yanında olmak isteyip olamadığım insan telefonun diğer ucunda idi. Kelamını bile bir ömür hatır yükleyeceğim insan 10 dakika boyunca hayatımın en anlamlı cümlelerini heybeme koydu...
Rabbim nasip edeceği zaman bir şekilde birşeyleri vesile ediyordu, inanıyordum...
Konuşma sonucunda bilgisiz olmamı, ne kadar az okuduğumu ve neden yazdığımı sorguladım... Mahkemeyi kurmuştum artık gece dar olmuştu, gündüz olur muydu bilmiyorum? Ve gecenin bilmem kaçında satırlar dökülmüştü yine.
... Kelamı, kalem yoluyla hakikati şakıdığı için güzel... Bülbül misali...
O zaman kalemi kelamı heba edenlerde bülbül dinlediğini zannedip karganın mekanında gezinenler mi ola?
Pervasız sözcükleri yan yana getirip içini dökmeye çalışıp da dökemeyen onca destursuz, kalem çalanlar nerede yargılana?
Dört dönüyorum, düşüncesiz düşünceler içinde,
Yazma derdi beni öldürecek...
"Bilmediğini bilmek, erdemliktir" Derdi Hocam, 'Değil' diye isyana boyanasım geldi,
Hâd, hâd derken aşılan hadleri alıp kendimle gömesim geldi...
'Bilseydin, etmezdin kelam' diye yüzüme diyesim geldi...
Hangi ocağa baksam yanmamış bir ben var diye, kendimi ateşe atasım geldi...
Nasıl olurda bu çiğlikte konuşurum diye dilimi lâl, gözümü âmâ edesim geldi...
Korkularım çoğalmaya başladı, bir darağacı kurasım geldi...
... insan bildiği için mi yazar yoksa bilmediği için mı bilmiyorum bazen yazmaktan çekiniyorum... Onca üstad zaten demiş diyeceklerin en alasını... Şimdi kalemi alıp kâğıdı heba etmenin manası ne aklım almıyor... Kendi içimde kurmuş olduğum mahkemenin önünden kurtulmak için sebepler ardına sığınıp kendimi kurtarmaya çalışıyorum, diyorum ki;
- Ben, konuşmasını pek becerebilen biri değilim o yüzden yazıyorum ki kendimi, niyetimi, yapmak ve yapmamak istediklerimi anlatayım...
- ikincisi belki de ne olursa olsun vazgeçmeyeceğim düşüncem "insan ölür kalır eseri, eşek ölür kalır semeri" sözünden hareketle benim bir kişi dahi olmuş olsa birinin yüreğine dokunmam lazım. Yarın bana neyle meşguldün dediklerinde en azından başımı öne eğip, kalemi çıkartırım... Kim bilir biri güzel bir dua eder de kurtulurum...
Diye umut pazarından doldururken sepetimi onlarca üstad, onlarca ilim sahibi, onlarca cefa çekmiş insan varken sefa içinde ki benliğimi alıp atasım geliyor... Çiğ kaldım, hissediyorum belki de bir daha hiç pişmemek üzere... Yanmaya ateşe her ne kadar meyil versemde tadı tuzu olmaz artık..Ne yapayım, ne yapabilirim? 2010 da hiç birşey bilmezken bile "yazmayı da okumayı da bırakma " diyen hocamın elbet bir bildiği vardı ve bende bütün düşüncelerimin idamına karar verip kararı açıklıyorum yüreğimde " yazmaktan ve okumaktan vazgeçemiyorum "... Ve benim bu hayatta bırakabileceğim, iki satır olması lazım dimi? En büyük kazanç şu ki; ölünce arkamızdan Allah rahmet eylesin deyip, duaya dahil olmak...
Ya nasip...