Ekmek derdine düştüm, ekini biç harmanı kaldır... Sür değirmene un ele sonra al yanına hamur yap… Ateşi yak. Yatır 'Senityaztaç'ın üzerine koy hamuru, oklava ile aç, ocağa sür. Normalde Bişleç dedikleri ege yöresinde genelde “attırgeç” ile çevir… Attığın yerden yerlere çakılır bedenim, öfkeli hatırlıyorum hep gözlerini. Kır başımı buğday gibi…
Ekmek olmak istiyorum ekmek ile özümü birleştiren o topraktan gelmeyim bende… O pişip ekmek olurken ben neden çiğ kalayım ki?
Pişmek istiyorum, hele bir dönüp bakın ekmeğe… Değirmen taşında ezilmeden onca badireleri atlatmadan ocağa sürülüyor mu? Hem kolay mı ki adam olmak tabiri caiz ise; ‘bir baltaya sap olmak’… Hem İnsana ekmek kadar yakın ne ola ki? Hiç düşündünüz mü?
Buğday Âdem’i yani adam olmayı temsil eder desek yanlış bir beyanda bulunmuş olur muyuz? Bilmeyiz, bilmeden kalem tutar, kelam eder haddimizi aşarız… Siz bunları düşünürken bende biraz daha haddimi zorlayayım…
Başım buğday başağı gibi eğilsin önüne, başım kopsun düşsün ayakuçlarına… Ve ben ne zaman seni görsem, kalkmasın başım yukarı… Lakin bulamadım yolunu nicedir… Hani derler ya “tane taneyi, tane imameyi bulur” diye saydım saydım yollarını da bir erişemedim eşiğini. Biliyorum
Ne sen Yavuz Sultan Selim Han nede ben Vehbi
Ne sarayın var nede ben o sarayında kalem tutan biri…
Sana kırılsam da bulsan izimi...
Hani demiş ya Sultan; " Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?"
Cevabı gelmez benden, yazan eren yazmış zaten;
" Ezelden gam türabıyla yoğrulmuş bir bedendir bu."
İstesen kapı kulun olurum eşiğinde.
O zaman ruhum kitmir olur,.cennette...
Pişir beni de yandığın aynı ateşle...
İnanç üzerine bük beni aynı istikamette...
Hasat vakti ne zamandır bilinmez ama ahir zaman dedikleri o çemberde döner dururuz sen o zamana dek ateşi harla, yoğur beni, yoğrulduğun her ne ise… Tuzumu, suyumu aşk ile kar sonra sür ateşlere… Pişmek istiyorum dediğime bakma yak istersen külümü savur kalmasın bende bir zerre…
Eee Canlar! Maksat uzun laf değil az söz, çok iş ola… Canınız sağ, iki cihanda da aziz ola…