Döktük mü şimdi yapraklarımızı birer birer,
Uğurladık mı, Eylül 'ü hazan içinde...
Bıraktık mı sevdayı türkülere, şiirlere ve uzaklara.
Sen şimdi gittin mi benden?
Eylül ayrılık ayı olduğu ne kadar da belli. Aksi olsaydı Ekim böylesine kara bulutlar ile gelir miydi, gökyüzü böylesine ağlar mıydı?
Şiirde çok yazılıyor bu zamanlarda ayrılığın, gidişin, İstasyon duraklarında bekleyenlerin o halleri... Otobüs garları, tren istasyonları... Hepsi gözümün önünden geçiyor ağlayanlar, kavuşamayanlar, uğurlamak zorunda kalanlar nadir de olsa kavuşanlar...
Eylül başka gitti bu sefer ve Ekim başka geldi. Gün bile başka battı, Akşam uykuya dalarken bir kelam dahi olmadan sessiz sedasız uykuya dalmalardan belliydi bu yaprak dökümü mevsimi...
Oysa bu Pazar;
Kahvaltısı eşliğinde Müzeyyen Senar’ın 70'li yıllara ait olduğunu bildiğim "içimde kim var bir bilsen. Sen, seni bulursun kalbime girsen" şarkısı ile eşlik etti... Elimdeki x gazetesini kenara bırakıp gözlerim uzaklara dalıyor...
Geçen yazdan kalma sevinç dolduruyor içimi. Erik ve Ihlamur ağacının arasından selamladığım güneş ve gecemi bambaşka süsleyen ay resmi...
Yüreğimi dolduran sevinçleri eteğime doldurup gitmek istemeyi bile dileyemiyorum. Her şey köprünün altından sular akmadan önce güzeldi. Bu yaz kışa ya da bu yaz diğer yaza hasret kalınca anladım... Bazen geçen günler geleceğin hasretini ilmek ilmek örmekle meşgul olabiliyor... Nitekim öyle de olmuştu... Kapının ardında ki insanlar gibi...
Kapının ardında sen varsın,
Uzun yollardan geldiğim lâkin o eşiği geçemediğim,
Sensizliğin toprak olmuş halı.
Bir yığın biriktirdiğim ama konuşmaya mecalimin olmadığı zamanların eşiğinde kapının önündeyim,
Kapının ardında sen varsın...
Ve kapının ardı, ölüm ve sensizlik…