Acının şiddeti değil sürekliliği esastır. Ve her hikâye tecrübe ile eşitlenip döner bize.
Soğuk bir kış günü, aylardan Ocak, , iki gündür yağan yağmur. Akşam yeni olmuş, hava soğuk mu soğuk...
Kadın titrek ve acılı bir ses tonuyla adamı aradı,
-Ne yapıyorsun, neredesin?
Evdeyim diye cevap verdi adam.
"Dişim çok ağrıyor bana randevu alır mısın diş kliniğinden"
Tabi ki hemen diye cevap verdi adam...
Tamam, yoldayım birazdan alırım seni diyerek kapattı telefonu kadın.
Çok geçmeden geldi kadın ve diş kliniğine doğru yola çıktılar. Aracı kadın kullanıyordu.
Sürekli çenesinin sol tarafını tutuyor ve acı çekiyordu. Bu halde araç kullanması ne kadar doğruydu diye düşündü adam. Çok geçmeden de bu düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu fark etti. Kadın son derece saldırgan araç kullanıyor, sürekli söyleniyor ve kurallara uymuyordu.
Adam biraz sakin olur musun diye uyarsa da duymadı bile kadın.
Dişinin ağrısından olsa gerek gözü hiç bir şey görmüyordu.
Kısa bir süre sonra kliniğe ulaştılar. Ön görüşme sonucunda röntgen çekildi ve birçoğumuzun korkulu rüyası olan o dişçi koltuğunda buldu kendini kadın.
Biraz önce hırçın saldırgan kadının yerinde yeller esiyordu. Sakin uysal, ürkek ve endişeli bir kadına dönüştü bir anda.
Gözlerinden ve vücut dilinden korktuğu çok belliydi. Ama dişinin günlerdir yaşattığı acıdan olsa gerek, çok kararlı bir ifadeyle "dişimi alın" Dedi doktora. Acının şiddeti değil sürekliliği esastır’ dediğimiz o noktaya gelmişti işte. Daha önce yaşamış olduğu tecrübeler ile eşitlenip dönmüştü kendine.
Doktor uyuşturmak için kullanacağı iğneyi eline aldığında, kadın bir kabulleniş içinde korkusunu yenmeye çalışıyordu. Hâlbuki ne çok korkardı iğneden ki bir de ağzının içinden iğne olacaktı, bu çok Normal şartlarda bunu düşünmek bile istemezdi... Ama her olayda olduğu gibi kar ve zarar hesabı yaptı yine içsel olarak belli ki...
Günlerdir yaşadığı ağrılı acı dolu günlerden sonra ne olacaksa olsun, bitsin artık diye düşünmekten bile korktuğu bir şeyi kendi isteğiyle yapıyordu...
Dedik ya! Acının şiddeti değil sürekliliği esastır. Bu korkutur insanı. Sürekli olması şiddetinden daha acılıdır. O da öyle yaptı, sürekli acı çekmekten se bir kereye mahsus şiddetli olanını seçti.
Böyledir insanoğlu, yapmam, olmaz, dediği şeyleri bir bakar ki, biranda isteyi verir...
Büyüklerimiz her zaman dememişler mi zaten, “büyük lokma ye büyük konuşma" diye.
İnsanlar bazen asla yapmam dediği şeyi yaparken bulurlar kendilerini. Hayat şartları, bazen istemediğimiz şeyleri de yapmaya zorlar insanı. Kendimizi en güçlü korkularla, yüzleşirken bulabiliriz... Eee hangi taşın altında hangi sırların yattığını nereden bilebiliriz ki. Zaman, beşiği sallar durukken vicdanlar yastık altına yatılırken, yaşadığımız acıların tarifini hangi surların altına gömüp gelebiliriz?
İnsanoğlunun dağı taşı ayrı olmasına rağmen kendi kanını içmekten geri durmaz. Cezaevi masalı gibi kimin ne düşündüğü, ne istediği, ne yapmaya çalıştığı belli değil. O yüzden sürekliliği olan acıları görmezden gelmek yanlışa açılan bir kapıdır. Çünkü kendimizi en güçlü korkularla, yüzleşirken kapının eşiğinde bulabiliriz.
Bu haftaki yazımız vesilesiyle Regaip Kandilinizi Tebrik ederim. İnşaallah Ömrünüz bereketli, Amelleriniz makbul olsun.