“Üşüyorum” dedi kendi sesini duyacak şekilde kafasını yastıktan kaldırıp pencereye doğru baktı güneş zorla içeriye girmek istercesine perdelerin arasından sızmaya çalışıyordu ama karanlığa aşıp bir türlü gündüzünü bulamayan kadın,
- Yine sabah mı oldu? Deyip sol eliyle fırlatıp attığı battaniyesinin altından kalktı. Akşamdan açık kalan bilgisayarın ışığı göz kırparcasına yanıp sönüyordu. Üç adımla ulaştığı bilgisayarına usulce dokunup tekrar açtı ve hemen üzerinde asılı olan panodan fotoğrafı eline aldı…
Siyah beyaz fotoğrafın üzerinde ki adam küçük bir tebessüm ve donuk bir bakış atıyordu kadına. Geçmeyen zamanın en büyük habercisiydi bu fotoğraf. Kadın fotoğrafı yanına alıp tekrar yatağına yöneldi, bacaklarını karnına çekip ellerini ayaklarının arasına koydu. Canı yanıyordu, anlatamamak, konuşamamak canını sıkıyordu dört duvar arasına mahkûm ettiği hayatını dört aydır bu şekilde sürdürüyordu… Nereye kadar? Böyle devam edecekti kendisi de bilmiyordu. Bildiği şuan için tek şey dışarıya çıkmak dahi istemediği…
…
Tekrardan yatağından kalkıp banyoya doğru yöneldi aynanın üzerinde ki siyah bezi yukarı kaldırıp soğuk suyla buluşturduğu yüzüne baktı, şişmişti. Ayılacak gibi değildi, kendisi de farkındaydı ama en azından çayını ocağa koyduktan sonra duşa girsem diye düşünmeden edemedi…
Aynanın üzerinde ki siyah bez yarım şekilde kalmış arkadan kadını izliyordu… Lâçin, koridorda kaloriferin üzerinde duran saç kıskacını alıp saçlarını tutturdu ve dairenin çıkış kapısının yakınındaki sarı terliklerini giyip mutfağa çay suyunu koymak için sağ tarafına yöneldi.
Lâçin ASUTAY… Avşar boylarından Yörük kızıydı. Babası Mehmet Ağa, onu cengâver gibi yetiştirmiş, küçük yaşta silah tutmasını, vatan sevgisini aşılamıştı. Her Türk asker doğar ve bu vatana hizmet eder düşüncesi onda yer etmiş o düşünceyle de dağ bayır demeden il, il gezmişti…
Siyah dalgalı saçları omuzlarına kadar süslüyordu, kırmızı al yanakları ve küçük pırıl, pırıl gözleri onun olduğundan da küçük göstermeye yetiyordu. Yılların vermiş olduğu yorgunluk saçlarına hatta kaşlarında birkaç ak düşürmüştü ama yine de olduğundan genç gösteriyordu.
Çay ocağın üzerinde ıslık çalmaya başlamıştı, dolaptan çıkardığı birkaç kahvaltılığı çay tepsinin üzerine bırakıp bilgisayar masasının üzerine koydu, bardağından bir yudum alır almaz bilgisayarın şifresini açıp haber ajanslarından birini açıp dinlemeye başladı. Terk edemediği özelliklerinden bir tanesiydi; sabah kahvaltısı eşliğinde haberleri dinlemek ya da gazete okumak. Şaşılacak o kadar olaylarla karşı karşıya kalıyordu ki okuyup geçemiyor her şeyi kendine dert edebiliyordu…
Yatağın kenarında kalan telefon acı acı çalmaya başladı, Lâçin bir ara düşündü açsam mı açmasam mı, bu saatte kim, neden beni arar diye? Uzun uzun çalan telefon çaresizliğine yenilip susmuştu sonunda. Telefonun susmasıyla kahvaltı sofrasından kalkan Lâçin telefonuna yöneldi ve tekrar masasının başına geçti. Arayan Şahin Beydi…
Şahin Bey, bir yetmiş boylarında, seyrek açık kahve saçlı, Ülkücü bıyığının altına sakladığı gülüşünü kolay kolay kimseyle paylaşmayan bu adam benden ne ister ki diye düşündü. Teşkilatın başında olan bu adam, neden elemanlarını araya koyup bana ulaşmak yerine kendisi aramayı tercih etmişti… Merakı içten içe onu kemirmeye devam ediyordu ‘yeni bir haber mi almıştı? Acaba’ diye düşünmeden edemedi boş boş düşünüp durmaktansa aramanın makul olacağını kanaatine varıp telefona tekrardan sarıldı
- Başkanım
- Lâçin neredesin?
- Evde Başkanım,
- Akşam seni 18.00 de evin önünden alacağız, hazır ol
- Emredersiniz, Başkanım.
… Boş arazinin üzerinde kurulu konteynırın içinde ofis masalarını yerleştirip Türk Bayrağını asan adamları süzüyordu kadın. Saçlarının yan taraflarını kesip üst tarafını uzatan adamın yanındaki kadın galiba eşiydi. Böyle adamların yanında bu tarz kadınlar hep olmak zorunda mı diye düşünüyordu ki adam Lâçin’in sessizliğini bozmak istercesine;
- Sen Gazeteci misin? Dedi
- Evet,
Başkan araya girme gereği duymuş fazla ayrıntı vermek istemişti “Türkiye geneli birkaç gazete de yazıyor ayrıca yirmiye yakın kitapları var” Başkanın dediklerini hayretle dinleyen adam tekrardan Lâçin’e dönüp;
- Biz seni öldürecektik biliyor musun? Dedi. Lâçin gayet sakin bir şekilde adamın konuşmasını devam etmesini bekliyordu öyle de olmuştu. Adam pis pis sırıtıp resmiyetin o anlamsızlığını takınmaya çalışırken kızıl yüzünü ara sıra parmaklarına taktığı yüzüklerle ve saçma sapan salladığı tesbihle kapatıyordu.
- Senin resmini gönderdiler bize,
- Kim?
- Kimi kodese tıktıysan.
Adamın bu laubali konuşmasını nasıl olurda katlanabiliyordum bilemiyordum. Neyse ki Şahin Bey’in yanında çok sesimi çıkaramayacağımı ve bilgi edinmem düşüncesi ile alttan almayı karar verdim.
- En son Doğu da görevdeydim, onlardan biridir.
- Evet, adamın kardeşi şuan suçu üzerine almış hapishanedeymiş.
“güzel” demekle yetinerek adamın devam etmesini istedim. Neyse senin resmini gönderdiler bize bu kızı gazeteci ayağıyla bizim yanımızda çalıştı ama bizim bilgileri ifşa etti. Evinin adresini verdiler birkaç defa takip ettik ama hiç de bize anlattıkları gibi olmadığını düşündük. Bu işleri yapan insanın cami gezilerinde, kütüphanede ne işi var, yalan m?
- “Doğrudur” Peki şimdi ne oldu da bugün bunları bana anlatıyorsunuz.
Adam, buraya geldi. Oturduk konuştuk. Bize silah ruhsatı alıvereceğini teklif etti. Sabıkamız olduğu için alamıyorduk. Sonra anladık ki adam bize yalan söylüyor. Şahin Bey’e ulaştık. Şimdi seni görünce aklımıza geldi. Sen ilk odaya geldiğinde bana gönderilen fotoğrafına baktım. O fotoğrafın gözlüklüydü.
-Anladım,
Lâçin çok keskin ve kendinden emin net cevaplar veriyordu. Bıkmıştı artık olan bitenlerden. İki buçuk seneyi geçmişti bu tarz insanların içinde mücadeleye başlayalı.
Doğudan geldiğinden beri doğru dürüst dışarıya çıkmıyor bütün sosyal hayatını bitirmişti. Canı sıkılıp dışarıya çıkmak istediği saatler bile sokaklarda kimsenin olmadığı saatleri seçiyordu.
Lâçin, yaşanan bu kadar sıkıntının, tanınan bu kadar insanın, gidilen şehirlerin, ezberlediği şarkıların, şiirlerin hepsinin bir anlamı olduğunun farkındaydı. Boşuna yaşanmamıştı onca şey. Vakti geldiğinde hepsi birer birer anlam kazanacaktı…( devamı gelecek )