Sana dair son satırlarımı yazarken, gözüm hazırlanan bavullara takılıyor… Taşınıyorum. Gidemediğim şehrin yağmurları yıkarken yüreğimi… Bir daha gelir miyim, sen “gel” der misin? Bilmiyorum. Koskoca bir boşluğun içerisinde iskambil kâğıtları gibi duruyorum…
Yerimi, kelimelerimi sorguluyorum. Onurumu okşayan yazılarım başımı almış; başsız geziyor gibiyim. Bir çuval inciri berbat etmişte; başında oturuyorum…
Uyumak istiyorum; kan çanağına dönen gözlerimi kapatmak…
Neden mi?
Haddini aşınca kelimeler yerin dibini arıyordu insan... Yerin yedi kat dibini...
Mutluluktan bahsedecek mevsimi çoktan geçmişti zaman... Belki de bu yüzdendi…
Başımı eğip yüreğime bakıyorum; kararan yüreğim gözyaşlarıyla temizlenmeye çalışıyor... Utana, sıkıla başımı gökyüzüne çeviriyorum. Toprakla buluşturuyorum, gözyaşlarımı…
Zeytin ağacının dibine oturup bir sigara yakıyorum. Bir sigara daha... Yetmiyor... Haddini aşınca yetmiyordu hiçbir şey...
Yazılanları ve yazılmayanları rafa kaldırıyorum; bir daha gün yüzüne çıkarmamak üzere...
Son satırlarımı yazıyor gibiyim. Sanki bugün kalem ve kâğıt bavullarını hazırlamışlarda veda eder gibi bakıyorlar... Bende kalmak istemiyorum…
Söyleyecek bir şey bulamadığım için mi yoksa gerçekten de söyleyecek şeyler mi bitti…
Suskunları oynuyoruz... Bu yüzden kelimeler demlenip kalem tekrar misafir olana kadar bana müsaade...
‘Davası olmalı insanın’ diye bas bas bağırırken davanın ne olduğunu öğrenene kadar en azından…
İnsan güzeli yönlendirmeliydi; güzel olanı sevk etmesi…
Eğer biri bir şey okuyorsa veyahut yazıyorsa bunlar insanın kalbini hükmetmesi gerekir. Bir kişinin bile hayatını dokunamayan yazılar, şiirler kime yazılır? En azından kelimeler yerini bulana kadar bana müsaade…
İki cihanda da aziz edemeyen yazılarımı yırtıp atıyorum; utana, sıkıla…
Karşımıza yanlış insanlar elbette çıkacak ya da doğru insanlara belki de biz yanlış davranış sergileyip kaybedeceğiz; nitekim ki her şey insan için. Affı olmayan hatalar da vardı, elbette.
Kısmetim kelamda, kalemde bu kadarmış, mühlet doldu. Açılan kapılar, verilen bütün izinler iptal. Mahkûmuz kendi suskunluğumuza…
Meğer son sözlerim gecenin karanlığına karışmış. Senle beraber gitti, kâğıdım, kalemim…
Kelam sultanımı arıyorum… O olsaydı. Onun eşiğinden ayrılmasaydım…
Kapıdan kovulmuş gibiyim; neredesin kelam sultanım…
Yoksam arayıp bulduğum sen değil miydin?
Gök kubbe mi yarıldı, aynı yağmur ıslamaz mı bizi?
Ne yedik ne içtikse ayrıldı yollar; sebep bilinmez ki,
Neredesin, kelam sultanım, bul beni…
Sana gelen ayaklarım, yollarını şaşırdı,
Sözünü duyan kulaklarım küfre karıştı.
Yüreğim, Yansın! Kül olsun derken
Yolumu şaşırdım, çek kurtar beni…
Kapılar bir daha açılmayacak ve bir daha o kapıyı hiç ulaşamayacak gibiyim…
Ve sen; bir daha hiç gelmeyecek gibisin…
Olsun... İyi ol... İyilerle ol da…
…
Gitmenin ağırlığını hissediyorum; yollar sonuna kadar açılmış. Kalem, kâğıt ve kalem kapının önünde…
Ben, kararmış yüreğim temizlene kadar, utanmadan başımı gökyüzüne kaldırana kadar, kelam yerini bulana kadar…
Kâğıt, kalem tekrar beni bulana kadar
Bana müsaade…