ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

O SEN MİSİN? ( DOST KUCAĞI)

20 Ekim... Saat 22.40...Samsunlu Hocamın biri "Noluyor?" Diye mesaj attı. 'Ne gibi?”, sorusunun ardından; ‘Bende olan bir şey yok hocam, sizler de bir durum var mı?' diyebildim, şaşkınlık içinde... "Kaç gündür ses, seda; selam sabah yok" “Biz sizinle en son ne zaman konuştuk, Cuma değil mi?” Cevap " evet'... Eeee öyleyse diyemediğim için; 'Neden, sitemkâr giriş yaptınız. Eskiden de Cuma günleri" görüşme olmuyor muydu? Kitabın tam ortasından cevap gelmişti işte; "Gönül umduğu yerden küsermiş" "Yazmamı beklediniz yani?" "Sen, hafta sonlarında da yazardın"... Konu böyle böyle uzayıp gitmiş işin içine gündemdeki konular eklenince süre uzamıştı... Bugün, bu saatte şunu fark ettim... Hatta hocama isim vermeden de sordum; Geçenlerde bu soruyu ("yazmamı beklediniz mi?") birine sordum bana dedi ki; 'Niye bekleyeyim... He yazarsan da bu bana niye yazıyor demem' dedi... Yanlış bir soru mu sordum ya da sorular farklı kişilerde farklı algı mı oluşturuyor, bilemedim..." Bugün ki bu konuşma tevafuktu… Cevabın ağırlığı hissedilmeyecek gibi değil ki… Neyse, ‘yazıyı kaleme almama vesile oldu’ deyip iyi tarafından düşüneyim… Bu arada "gönül umduğu yerden küser(miş) ya ben küsmedim... Bismillah...         Bir mum alevinin siluetine büründü hayallerim; titriyor penceremi dokuyan perdelerde. Ruhum gıcırdayan sandalyede beni kandıran bir celladın son nefesi var sanki... Kalemi kırıldı mektuplarımın; yazmıyor artık. Ajandam sana gönderemediğim satırlarla dolu... Sen, sana yazmamı bekler misin? Sorusunu kesip attığından beri... Öfkelenmen için dememiştim aslında. Hani her sabah işe giderken birini görürsün... Hep aynı güzergâhtadır. Veyahut aynı otobüste ya da metro da yolculuk edersin... Alışırsın belirli bir vakitten sonra... Bir gün gelmese içinden bir ses "bugün yok" der ya! Öyle bir soruydu... Niye düşüneyim, Yazsan neden yazıyor demem... Şeklinde karşılık verilmeyecek kadar ince bir soru... Neyse... Vardır elbet bildiği diyelim... Ben, eskiden yani bundan üç yıl önceye kadar kalbin, başka kalp ile karşı karşıya olduğunu bilmezdim... Hissedemediğim içinmiş, lâkin kelam sultanım öğretti... “Kalp, kalbe karşıdır” ... Sevmek yeterli değildir; zaten demezler mi, duvarda beni sevdiğini söylüyor diye?  İlgi, alaka, düşünce gerekir; sevginin içinde... O zaman layığını bulur kıymet... Kıymet! İnsanın kıymeti; doğduğunda birde öldüğünde bilinirmiş... Geç kalmayanlardan oluruz, inşallah... Şah damarından kestiğin günden beri yazmadım, yazamadım sana. Korktum, korkuttun! Görmediğim bakışların çarptı yüzüme, kalkmayan elin defterimin üzerindeydi sanki... Geri çekildim... Galiba bütün izinler iptaldi belki de ben çoğaltıyordum... Oysa gelecektim, tayin edilmemiş bir zaman diliminde... Demlik demlik muhabbet edecektik. Ben dinleyecektim seni... Çayın dibini bulacaktı, zaman... Şehrin bütün karışıklığını, kirliliğini bırakıp tepeden izleyecektik. Koltuğun köşesine kurulup, dereden tepeden sorular soracaktım... "Sen işine bak" demediğin sürece devam edecekti sorularım... Merak, ilmin yarısıydı... Öğrenecek, ilmek ilmek işleyecektim... Kim bilir belki de bir gün verilen sözler yerine gelir... Neyse... Her gün bir kere hatırlar mısın beni? Her hatırladığında bir kere gülümser misin kimseye belli etmeden? Ya da gözlerin dolar mı bazen aklına gelirsem? Yavaş yavaş unutur musun yoksa?  Bana hayal kurmayı öğrettin, tekrar dost kucağını... Yıllar önce toprağa verdiğim tek dostum; Dedemi, namı "Keskinin Delisi" diye yayılan adamı... Oda sen gibiydi... Dağ gibi... Kızardı, arada... “Burnunu yine nereye soktun" der ama kurtarmayı da unutmazdı... Çeribaşı! Dediğinde durdurur, attırmazdı, bir adım...  Babacan, kalender adamdı... Büyük bir tartışma ile tanışmış sonradan sıkı dost olmuştuk... Bursa Tabipler Lokali’nde iki tek atmışlığımız da vardı, bir cami de dua etmişliğimiz de... Omuzunda ağladığım günlerde oldu, bilmem kaç kilo metre öteden koşup gelip, üşüdüğümde sarmaladığı da... Babama diyememiştim öldüğünü; aylarca... Ben kabul edememiştim ki... Haklısın aslında. İhtiyacın yok böyle birine... Onca insan, onca yoğunluk... “Hepsine cevap verecek durumum yok" demiştin zaten, savunma edercesine... Hazırlanan iddianameye göre haksız olan bendim... İtiraf etmiştim zaten bencilliğimi... Neyse... Bir insan diğerine daha ne kadar yakından dokunabilir ki… Nereye varacağını bilmese dahi yürümeye devam edenlere, karşılığı olmasa bile azmedenlere, her şeye rağmen zahmeti göğüsleyenlere; Bir yerde kavuşmak vardır sanırım. . . Peki, ama nerede? Ne aradın ne buldun; insan daima arzu ettiğine kavuşamaz. Fakat belki de ihtiyacı olana kavuşur. . . İhtiyaç olana... Bizler neden, kime nasıl ihtiyaç duyarız? Yollardaki bütün izini kaldırdım, bakmıyorum artık köprülerin ayakuçlarına... Gökyüzünde uçan kuşlarla salmıyorum selamı... Bir küheylanın yelesine boncuk niyetine taktım, hayallerimi; gezdiriyorum. Ellerin değer belki anımsarsın... Gecenin bir yarısı bölünen uykulara inat, kaldırmıyorum başımı yastıktan... Almıyorum elime telefonu, yazmıyorum... Korktuğum gecelerde başıma kadar çekip yorganı; Allah'a sığınıyorum... Ondan başka kimim var? Gurbetin en ağırı, uğurladıklarımızdı. Arkasına su dökemediğimiz; nerede, nasıl olduklarını bilmediklerimiz, bilemediklerimiz... “Yolumuz uğradı, mah-i güzele” diyordu, türkü de... Mah-i güzel'in emri üzere kesmiştim yazmayı... Söyleyecek şahım yok, azat edilmeyi bekliyor cümleler... Ya da yanıp tütmemeyi öğretecekti, zaman... Zaman... Hiç sevmediğim kavram… Sadece alıştırmak için vardı, kaybedilmişleri…
Ekleme Tarihi: 01 Kasım 2024 - Cuma

O SEN MİSİN? ( DOST KUCAĞI)

20 Ekim... Saat 22.40...Samsunlu Hocamın biri "Noluyor?" Diye mesaj attı.

'Ne gibi?”, sorusunun ardından; ‘Bende olan bir şey yok hocam, sizler de bir durum var mı?' diyebildim, şaşkınlık içinde...

"Kaç gündür ses, seda; selam sabah yok"

“Biz sizinle en son ne zaman konuştuk, Cuma değil mi?”

Cevap " evet'... Eeee öyleyse diyemediğim için;

'Neden, sitemkâr giriş yaptınız. Eskiden de Cuma günleri" görüşme olmuyor muydu?

Kitabın tam ortasından cevap gelmişti işte; "Gönül umduğu yerden küsermiş"

"Yazmamı beklediniz yani?"

"Sen, hafta sonlarında da yazardın"...

Konu böyle böyle uzayıp gitmiş işin içine gündemdeki konular eklenince süre uzamıştı...

Bugün, bu saatte şunu fark ettim... Hatta hocama isim vermeden de sordum;

Geçenlerde bu soruyu ("yazmamı beklediniz mi?") birine sordum bana dedi ki;

'Niye bekleyeyim... He yazarsan da bu bana niye yazıyor demem' dedi... Yanlış bir soru mu sordum ya da sorular farklı kişilerde farklı algı mı oluşturuyor, bilemedim..."

Bugün ki bu konuşma tevafuktu… Cevabın ağırlığı hissedilmeyecek gibi değil ki… Neyse, ‘yazıyı kaleme almama vesile oldu’ deyip iyi tarafından düşüneyim…

Bu arada "gönül umduğu yerden küser(miş) ya ben küsmedim...

Bismillah...

        Bir mum alevinin siluetine büründü hayallerim; titriyor penceremi dokuyan perdelerde. Ruhum gıcırdayan sandalyede beni kandıran bir celladın son nefesi var sanki... Kalemi kırıldı mektuplarımın; yazmıyor artık. Ajandam sana gönderemediğim satırlarla dolu... Sen, sana yazmamı bekler misin? Sorusunu kesip attığından beri... Öfkelenmen için dememiştim aslında. Hani her sabah işe giderken birini görürsün... Hep aynı güzergâhtadır. Veyahut aynı otobüste ya da metro da yolculuk edersin...

Alışırsın belirli bir vakitten sonra... Bir gün gelmese içinden bir ses "bugün yok" der ya! Öyle bir soruydu... Niye düşüneyim, Yazsan neden yazıyor demem... Şeklinde karşılık verilmeyecek kadar ince bir soru...

Neyse... Vardır elbet bildiği diyelim...

Ben, eskiden yani bundan üç yıl önceye kadar kalbin, başka kalp ile karşı karşıya olduğunu bilmezdim... Hissedemediğim içinmiş, lâkin kelam sultanım öğretti...

“Kalp, kalbe karşıdır” ... Sevmek yeterli değildir; zaten demezler mi, duvarda beni sevdiğini söylüyor diye?

 İlgi, alaka, düşünce gerekir; sevginin içinde... O zaman layığını bulur kıymet...

Kıymet!

İnsanın kıymeti; doğduğunda birde öldüğünde bilinirmiş... Geç kalmayanlardan oluruz, inşallah...

Şah damarından kestiğin günden beri yazmadım, yazamadım sana. Korktum, korkuttun! Görmediğim bakışların çarptı yüzüme, kalkmayan elin defterimin üzerindeydi sanki... Geri çekildim... Galiba bütün izinler iptaldi belki de ben çoğaltıyordum...

Oysa gelecektim, tayin edilmemiş bir zaman diliminde... Demlik demlik muhabbet edecektik. Ben dinleyecektim seni... Çayın dibini bulacaktı, zaman... Şehrin bütün karışıklığını, kirliliğini bırakıp tepeden izleyecektik. Koltuğun köşesine kurulup, dereden tepeden sorular soracaktım... "Sen işine bak" demediğin sürece devam edecekti sorularım... Merak, ilmin yarısıydı... Öğrenecek, ilmek ilmek işleyecektim...

Kim bilir belki de bir gün verilen sözler yerine gelir...

Neyse...

Her gün bir kere hatırlar mısın beni? Her hatırladığında bir kere gülümser misin kimseye belli etmeden? Ya da gözlerin dolar mı bazen aklına gelirsem? Yavaş yavaş unutur musun yoksa?

 Bana hayal kurmayı öğrettin, tekrar dost kucağını... Yıllar önce toprağa verdiğim tek dostum; Dedemi, namı "Keskinin Delisi" diye yayılan adamı... Oda sen gibiydi... Dağ gibi... Kızardı, arada... “Burnunu yine nereye soktun" der ama kurtarmayı da unutmazdı... Çeribaşı! Dediğinde durdurur, attırmazdı, bir adım...  Babacan, kalender adamdı... Büyük bir tartışma ile tanışmış sonradan sıkı dost olmuştuk... Bursa Tabipler Lokali’nde iki tek atmışlığımız da vardı, bir cami de dua etmişliğimiz de... Omuzunda ağladığım günlerde oldu, bilmem kaç kilo metre öteden koşup gelip, üşüdüğümde sarmaladığı da...

Babama diyememiştim öldüğünü; aylarca... Ben kabul edememiştim ki...

Haklısın aslında. İhtiyacın yok böyle birine... Onca insan, onca yoğunluk...

“Hepsine cevap verecek durumum yok" demiştin zaten, savunma edercesine... Hazırlanan iddianameye göre haksız olan bendim... İtiraf etmiştim zaten bencilliğimi...

Neyse...

Bir insan diğerine daha ne kadar yakından dokunabilir ki… Nereye varacağını bilmese dahi yürümeye devam edenlere, karşılığı olmasa bile azmedenlere, her şeye rağmen zahmeti göğüsleyenlere; Bir yerde kavuşmak vardır sanırım. . . Peki, ama nerede?

Ne aradın ne buldun; insan daima arzu ettiğine kavuşamaz.

Fakat belki de ihtiyacı olana kavuşur. . .

İhtiyaç olana... Bizler neden, kime nasıl ihtiyaç duyarız?

Yollardaki bütün izini kaldırdım, bakmıyorum artık köprülerin ayakuçlarına...

Gökyüzünde uçan kuşlarla salmıyorum selamı...

Bir küheylanın yelesine boncuk niyetine taktım, hayallerimi; gezdiriyorum. Ellerin değer belki anımsarsın...

Gecenin bir yarısı bölünen uykulara inat, kaldırmıyorum başımı yastıktan...

Almıyorum elime telefonu, yazmıyorum...

Korktuğum gecelerde başıma kadar çekip yorganı; Allah'a sığınıyorum... Ondan başka kimim var?

Gurbetin en ağırı, uğurladıklarımızdı.

Arkasına su dökemediğimiz; nerede, nasıl olduklarını bilmediklerimiz, bilemediklerimiz...

“Yolumuz uğradı, mah-i güzele” diyordu, türkü de... Mah-i güzel'in emri üzere kesmiştim yazmayı...

Söyleyecek şahım yok, azat edilmeyi bekliyor cümleler...

Ya da yanıp tütmemeyi öğretecekti, zaman...

Zaman... Hiç sevmediğim kavram…

Sadece alıştırmak için vardı, kaybedilmişleri…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
islami sohbetler sohbet elektronik sigara omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet baskılı poşet baskılı poşet emlak seviye 5 mutfak lavabo tıkanıklığı açma özellikleri su böreği sipariş galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı dijital pazarlama ajansı