ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

GÖZDE mi GÖNÜLDE mi? (Gözünde büyütme)

İnsan dünyada değil dünya insanda yaşamaktadır. Bu yüzden; dünyayı olduğu gibi değil olduğumuz gibi görürüz. UNUTMAYIN! Gözde büyüyenler midir gönülde büyüyenler yoksa gönülde büyüyen midir gözde büyüttüklerimiz? Bana soracak olursanız gönülde olmayan ne gözde büyür nede gönülde…  Hasret bile gönlümüzde olana yakışmaz mı? Âdem’in kalbini okumaya kadir değilim, değiliz… Göz ile gören tökezler bu yüzden gönül yoluyla yürümek işimiz değil mi? İnadımın tek sebebi hisselerimdir, belli olmaz mı? Sen, seni bilir misin ki onlar seni tanıya… İnsan aklanmak için karalanır… Bu yüzden bazen gözünde gönlünde karalanır ki ak olanı bilesin… Lüzum olmayan neler ederiz, âlemde… Lüzum olanı da hiç etmeyiz. Bu yüzdendir benim de bazen lüzumsuz iş edip, pervasız duruşlarım… Ama geldim Sultanım!  Sustum da geldim, başımı şah damarından kesilmiş kelamların altında bırakıp da... Geldim, Sultanım! Kalbimi karaya çalıp, nar gibi pare pare olup da geldim... Başımı yere eğip, haddini aşanların içinden... Kapının eşiğindeyim tekrar tekrar yanmaya geldim... Bilemedim kadir kıymetini, temaşa ettim; dünyanın rengini... Aldandım, kırıldım yine sana geldim... Sultanım!  Aç kapılarını.  Doğrult beni doğrularınla...  İlim bilir, cana can katar sandım.  Zanlar imana zarar, bildim... Affet! “Okumuyorsan al kucağına uyu” dediğin kitabı bıraktım... Soğudum, Sultanım. Yanmaya geldim… Yollar yürünür bire çıkar, kullar çeşitli kıyafete bürünür de yine teke çıkar; yollar ayrılır mı zannedersiniz. Hele ki gönülde ise… Peki, bölününce de ayrı mı olduk sanırsınız… O bir yerde sen bir yerde ise ayrımı sayılırsınız? Elbette değildi. Sığınmamız gereken şah damarından yakın olana yaklaşmak varken, yol levhaları varken… Bildiğimizde özlediğimizde, gönlümüzde olan da Rabbimiz değil midir? Bütün sitemler kullara değil midir? ‘Bıraktı, sevmedi,  şöyle fenalık etti, kedi tabağı kırdı, evladımızı, kardeşimizi, ana-babamızı… O, bu” diye yakınır dururuz.  Rabbin seni (bizi) terk etmedi ya! Daha ne istersiniz? İlk başta da dedim ya; dünyayı olduğu gibi değil olduğumuz gibi görürüz. Fakat insanın bir de içten dışa okuduğu gerçek hayat var: bunu öğrendiği, çözdüğü miktarda, özündeki hakikati algılayarak, yaşamına geçirebildiği (zuhurat) oranda mükemmele ulaşabilme imkânına sahip, pek özel bir varlıktan ibaret değil miyiz? Bunu mu unuturuz?  Mısrî sultanımız bu işin sırrını ifşa etmiş bizlere; “Dışın içe hayâlâtı, için dışa zuhûrâtı”   Yük olma yar ol… Kimseye keder verme… Derin değişmedikten sonra kılıktan kılığa girsek ne ki? Gülün dikeninden rahatsız olmayın… O zaman birliğe madde gerekmez ve gönülde olanı sahip çıkarız… Hiç düşündünüz mü sizin yüreğinizi sevgiyi koyan Rabbim bir kulu bile bu kadar sevdirirken, ilgi alaka göstertirken Allah bizleri nasıl sever ve biz ona yönelsek nasıl severiz… Her sohbetin, her deyişin benim içimdeki ateşi alıp başka ateşlerin içine salarken boşuna tekrar etmiyorum; öğrettiğini haykırmaktan… “Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var Değil derya yalınız cümle hep sahrada yangın var”    Keştibânım, kaptanım, yol gösterenim manasındadır… Öyle ya kimi yüreğindekini ateş sanır kimi de gözündekini su zannedip boğulacağını… Şükür ki yüreğimizi bu ateşi salana… Çepeçevreleyen kelamın etrafında oturup emelimi belirmeye çalışırken gözlerine hapis olduğum hiddetimi gözyaşları ile ayakuçlarıma salmak istedim ama yapamadım… Oysa ‘ağlamak istediğinde, tutma ağla! Gözyaşı rahmettir’ dememiş miydin? Büyütme, dediğin sözün önündeyim. Haklısın kafamda çok kuruyorum. Rüzgâr esse ben fırtına koptu zannedip seni hasta edecek diye korkuyorum; hele ki öksürmüş olsan…   İhlas… İhlasa ermek… Yapılan her eylemin hak için yapılması… İnsanlar nasıl günahlarını gizliyorsa yapmış olduğu amelleri de gizli tutması gerekir ki hakka ulaşsın. Dile getiremeyip seni yazdığım için mi, düşüncelerim kulların gözünün önünde? Ben, bile imtina ederken seni kendimden… Sen değilsin, biliyorum. Sana olan gelişlerimin her biri ayaklarımdan önce koşan yüreğimden, bunu da biliyorum… Dünya yansa yorganım yok dediğim noktadayım. Şu koca âlemde varlığı yokluğu denk olan benliğimi önünde diz çöktürüp, el pençe tutuyorum…  Kelam Sultanım! Ben dönüp dolaşıp soluğu kapının eşiğinde alıyorum; söz söylemek ne mümkün. Konuşmak nedir bilmedim senin karşında, suskunluğum hep bir konuşmak oldu. Gerek duymadım halimi anlatmaya. Hep anlayışına sığındım… Ve ben hayatımda ilk defa biri için; “o yapmışsa vardır, bildiği” dedim… Hiç de yanılmadım… Çobanyıldızı gibi hayatımın içinde yer edinmişsin daha ne isterim…  Marifet bende değil, Sultanım! Ette kemikte hiç değil… Ahaa! Avucum kadar yüreğim… Şimdi sen söyle Seven midir? Sevdiren midir? Asolan… Biz aynı yolun yolcularıyız. Ben yolu bilmiyordum, sen önce kalemime sonra yoluma rehberimsin… Sen olmadığında eminim yol levhalarını diker gidersin… Buğday mı istersin himmet mi? Demişler dervişe ya! “Varsa muhabbet verin” demiş derviş. Öğrendim, muhabbet eğri odunları bile düzeltirmiş… İki cihanınız, aziz olsun. Gönlünüzde büyüttüğünüz; sizleri hakka, hak için götüren insanlara denk gelesiniz… Ve UNUTMAYIN! İnsan dünyada değil dünya insanda yaşamaktadır. Bu yüzden; dünyayı olduğu gibi değil olduğumuz gibi görürüz.
Ekleme Tarihi: 09 Aralık 2024 - Pazartesi

GÖZDE mi GÖNÜLDE mi? (Gözünde büyütme)

İnsan dünyada değil dünya insanda yaşamaktadır. Bu yüzden; dünyayı olduğu gibi değil olduğumuz gibi görürüz.

UNUTMAYIN!

Gözde büyüyenler midir gönülde büyüyenler yoksa gönülde büyüyen midir gözde büyüttüklerimiz? Bana soracak olursanız gönülde olmayan ne gözde büyür nede gönülde…

 Hasret bile gönlümüzde olana yakışmaz mı? Âdem’in kalbini okumaya kadir değilim, değiliz… Göz ile gören tökezler bu yüzden gönül yoluyla yürümek işimiz değil mi? İnadımın tek sebebi hisselerimdir, belli olmaz mı?

Sen, seni bilir misin ki onlar seni tanıya… İnsan aklanmak için karalanır… Bu yüzden bazen gözünde gönlünde karalanır ki ak olanı bilesin… Lüzum olmayan neler ederiz, âlemde… Lüzum olanı da hiç etmeyiz. Bu yüzdendir benim de bazen lüzumsuz iş edip, pervasız duruşlarım…

Ama geldim Sultanım! 

Sustum da geldim, başımı şah damarından kesilmiş kelamların altında bırakıp da...

Geldim, Sultanım!

Kalbimi karaya çalıp, nar gibi pare pare olup da geldim...

Başımı yere eğip, haddini aşanların içinden...

Kapının eşiğindeyim tekrar tekrar yanmaya geldim...

Bilemedim kadir kıymetini, temaşa ettim; dünyanın rengini...

Aldandım, kırıldım yine sana geldim...

Sultanım! 

Aç kapılarını. 

Doğrult beni doğrularınla... 

İlim bilir, cana can katar sandım. 

Zanlar imana zarar, bildim...

Affet! “Okumuyorsan al kucağına uyu” dediğin kitabı bıraktım...

Soğudum, Sultanım.

Yanmaya geldim…

Yollar yürünür bire çıkar, kullar çeşitli kıyafete bürünür de yine teke çıkar; yollar ayrılır mı zannedersiniz. Hele ki gönülde ise… Peki, bölününce de ayrı mı olduk sanırsınız… O bir yerde sen bir yerde ise ayrımı sayılırsınız? Elbette değildi. Sığınmamız gereken şah damarından yakın olana yaklaşmak varken, yol levhaları varken…

Bildiğimizde özlediğimizde, gönlümüzde olan da Rabbimiz değil midir? Bütün sitemler kullara değil midir? ‘Bıraktı, sevmedi,  şöyle fenalık etti, kedi tabağı kırdı, evladımızı, kardeşimizi, ana-babamızı… O, bu” diye yakınır dururuz. 

Rabbin seni (bizi) terk etmedi ya! Daha ne istersiniz? İlk başta da dedim ya; dünyayı olduğu gibi değil olduğumuz gibi görürüz.

Fakat insanın bir de içten dışa okuduğu gerçek hayat var: bunu öğrendiği, çözdüğü miktarda, özündeki hakikati algılayarak, yaşamına geçirebildiği (zuhurat) oranda mükemmele ulaşabilme imkânına sahip, pek özel bir varlıktan ibaret değil miyiz? Bunu mu unuturuz? 

Mısrî sultanımız bu işin sırrını ifşa etmiş bizlere;

“Dışın içe hayâlâtı, için dışa zuhûrâtı”


 

Yük olma yar ol… Kimseye keder verme… Derin değişmedikten sonra kılıktan kılığa girsek ne ki? Gülün dikeninden rahatsız olmayın… O zaman birliğe madde gerekmez ve gönülde olanı sahip çıkarız… Hiç düşündünüz mü sizin yüreğinizi sevgiyi koyan Rabbim bir kulu bile bu kadar sevdirirken, ilgi alaka göstertirken Allah bizleri nasıl sever ve biz ona yönelsek nasıl severiz…

Her sohbetin, her deyişin benim içimdeki ateşi alıp başka ateşlerin içine salarken boşuna tekrar etmiyorum; öğrettiğini haykırmaktan…

Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var

Değil derya yalınız cümle hep sahrada yangın var” 


 

Keştibânım, kaptanım, yol gösterenim manasındadır… Öyle ya kimi yüreğindekini ateş sanır kimi de gözündekini su zannedip boğulacağını…

Şükür ki yüreğimizi bu ateşi salana…

Çepeçevreleyen kelamın etrafında oturup emelimi belirmeye çalışırken gözlerine hapis olduğum hiddetimi gözyaşları ile ayakuçlarıma salmak istedim ama yapamadım… Oysa ‘ağlamak istediğinde, tutma ağla! Gözyaşı rahmettir’ dememiş miydin?

Büyütme, dediğin sözün önündeyim. Haklısın kafamda çok kuruyorum. Rüzgâr esse ben fırtına koptu zannedip seni hasta edecek diye korkuyorum; hele ki öksürmüş olsan…  

İhlas… İhlasa ermek… Yapılan her eylemin hak için yapılması… İnsanlar nasıl günahlarını gizliyorsa yapmış olduğu amelleri de gizli tutması gerekir ki hakka ulaşsın. Dile getiremeyip seni yazdığım için mi, düşüncelerim kulların gözünün önünde? Ben, bile imtina ederken seni kendimden…

Sen değilsin, biliyorum. Sana olan gelişlerimin her biri ayaklarımdan önce koşan yüreğimden, bunu da biliyorum… Dünya yansa yorganım yok dediğim noktadayım. Şu koca âlemde varlığı yokluğu denk olan benliğimi önünde diz çöktürüp, el pençe tutuyorum… 

Kelam Sultanım!

Ben dönüp dolaşıp soluğu kapının eşiğinde alıyorum; söz söylemek ne mümkün. Konuşmak nedir bilmedim senin karşında, suskunluğum hep bir konuşmak oldu. Gerek duymadım halimi anlatmaya. Hep anlayışına sığındım… Ve ben hayatımda ilk defa biri için; “o yapmışsa vardır, bildiği” dedim… Hiç de yanılmadım… Çobanyıldızı gibi hayatımın içinde yer edinmişsin daha ne isterim… 

Marifet bende değil, Sultanım! Ette kemikte hiç değil…

Ahaa! Avucum kadar yüreğim…

Şimdi sen söyle

Seven midir? Sevdiren midir? Asolan… Biz aynı yolun yolcularıyız. Ben yolu bilmiyordum, sen önce kalemime sonra yoluma rehberimsin… Sen olmadığında eminim yol levhalarını diker gidersin… Buğday mı istersin himmet mi? Demişler dervişe ya!

“Varsa muhabbet verin” demiş derviş. Öğrendim, muhabbet eğri odunları bile düzeltirmiş…

İki cihanınız, aziz olsun. Gönlünüzde büyüttüğünüz; sizleri hakka, hak için götüren insanlara denk gelesiniz…

Ve UNUTMAYIN! İnsan dünyada değil dünya insanda yaşamaktadır. Bu yüzden; dünyayı olduğu gibi değil olduğumuz gibi görürüz.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
islami sohbetler sohbet omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet emlak seviye 5 mutfak lavabo tıkanıklığı açma özellikleri su böreği sipariş galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı dijital pazarlama ajansı İstanbul evden eve nakliyat kurumsal web hizmetleri