“Ara beni” dedi giderken.
"Numaran yok ki" dedim.
"Nasıl arayacağım? “
"Benim de telefonum yok” dedi.
Ve ekledi,
“Sokak sokak…”
Parmak uçlarım ile dokunurken kelimelerin dudaklarından; rüzgâr saçlarımı savuruyor. Güneş her ikimizin üzerinde batarken öpüyorum; ömrüm kelimelerin koynunda tükensin diye...
Dağ başındayım... Bir kayanın üzerine çıkıp rüzgârın sesini dinlemeye çalışıyorum... İnceden inceden duymaktan ziyade hissediyorum... İşaret parmağım, yoğun bakımdan uyanmış bir hasta gibi hareket ediyor... Yavaş yavaş kaldırıyorum, eş zamanlı kollarımı...
Gökyüzünü kucaklayacak gibiyim... Gözlerim kapalı lâkin görüyorum... Kışa hazırlanmış ağaçları, taşları ve kuşları...
Sesler netleşmeye başlıyor, kulağımda...
Sonra sen beliriyorsun zihnimde... Dudağımın kenarına tebessüm gelip, bağdaş kuruyor... Kollarım hala iki yana açılmış, bulutları gökyüzüne salıyorum...
Kelimeleri öptüğüm dudaklarımdan dokunuyor; yağmur, tane tane… Daha bir seviniyorum, daha bir özlüyorum sanki seni…
Yağmur!
Olabildiğince açıyorum kollarımı... Özlemle...
Sana sarılabilir miyim? Bilmiyorum… Esmer yüzün düşüyor, önüme. İki kaşının ortasındaki ben… Saçlarını ardın sıra tarayıp; sola düşürüşün… Sonra konuşmalarımız geliyor aklıma. Sonra içimi ısıtan gülüşün... Duruşunu anımsıyorum... Dimdik... Kartal edasında; eğilip bükülmeyen…
Yüreğimin tam orta yerine bir kuş gelip konuyor... Serçe bu! Ürkek bir kuşun yüreğimde ne işi var diye sorguluyorum... Karşında bir kuş gibi nasıl titrediğimi hatırlayıp gülüyorum...
Kuş ile göz göze geliyoruz... Kanat çırpınışlarına, şahit oluyorum... Gideceğini haber eder gibi kanatlarını daha çok hareket ettiriyor...
Güneşe dönüyor yüzünü ve uçuyor... Kuşun gitmesiyle İçim ürperiyor... Birden indiriyorum kollarımı, iki yana ve gözlerimi açıyorum... Sen gitmişsin gibi hissettim…
Dünyadan sesler duyuyorum... Rüzgâr, kuş, sen hepiniz birden gittiniz... “Ben niye buradayım? Beni de götürün” diyecek oluyorum, geç kaldığımı arkadan çağıran bir ses hatırlatıyor...
"Akşam oluyor"
Arkama baktığımda, senin dışında birini görüyorum...
Sen olsaydın...
Alev, alev olmuş ocağın üzerinden indiriyorum çaydanlığı.
Dudaklarını ıslatıyor, çay... Öptüğün bardağın kenarından bir buse alıyorum... Baktığın her yere gözüm değsin istiyorum ve dokunduğun her yeri dokunmak...
Senden izler arıyorum uykunun arasında... En çokta sesini ve yüzünü...
Köz olmuş, yüreğim... Başım sana yazmam gereken mektupların yanı başında...
Senin ellerin kâğıt kalemin üzerinde geziniyor, kıskanacak oluyorum yapamıyorum...
Ölünecek yaşta değilim diyorum. Şimdi değil...
Yaşayamadan, seni anlamadan, yele kapılıp gitmek yok.
Gurbete meyil etmek yok.
Sonra uyanıyorum...
Rüyalarımın teşrifine ithafen kalemi alıyorum elime...
Ruhumu bilmediğim evinin önünde gezdiriyorum.
Uzaktan bakmak sana...
Bana değmeyen gözlerini sadece orada diye...
Başımın üzerinden geçen kuşlara, gözlerim takılıyor; hemen hatırlıyorum serçe kuşunu...
Yalvarıyorum... 'beni hatırladın...'
Ucu bucağı olmayan gökyüzüne kaldırıyorum başımı...
Gök kubbenin altındayız, seviniyorum...
O kadar çok şey buluyorum ki sevinecek...
Sokak sokak arıyorum bu şehirde olmadığını bile bile...
Sen, neredesin?
Bir kuşun kanadında selamlar gönderiyorum.
Alıyor musun?