Büyük bir bahçem vardı, benim. Mısırımı, domatesimi, biberimi yetiştirdiğim. Gölgesinde bir şey yetişmez düşünce ile ceviz ağacı bile diktirmediğim. Kuruydu belki de verimsiz ama benim bahçemdi…
Yanına kurduğum tek odalı bir evimde vardı. Yağmurdan koruma ya da korunmak için. Bilseydim o zamanlar ayrı kalacağımızı ıslanmaz mıydım?
Çıplak ayakla basamadığımdan sadece çoraplarımla gezindiğim bahçem, özledim seni…
Termosun dumanı ile sigaramın dumanını karıştırdığım, yerdegezen karıncaya çekirdek içi attığım, çocuklaşıp çamur oynadığım, sanki amacım varmışçasına elimde ki çöple yeri eşelediğim bahçem, özledim seni…
Sende saklı bir gizem vardı, çekiciydin bir o kadar da itici. Çünkü severdin davetsiz misafirleri. Çayımı, sigaramı, aşımı paylaştığım için değildi öfkem, bilirdin.
Severdim dibinde ateş yakıp yemeğimi pişirmeyi, kararan tencereye inat içim huzur dolardı. Yeşilliğine aldanıp gelirdim, dedim ya severdim seni diye. Anlamazdım yorulduğumu ta ki uzanıncaya kadar. Bir yanım yaralansa hmezdim acısını çünkü bilirdim, sarardın yaralarımı.
Nerden çıktıysa tutturdun “korkuluk” diye. Korkuyordun kurumaktan, kışın gelmesinden, havaların soğumasından, kuşların başına çöreklenmesinden… Oysa bilemedim bahçende ki deliklerin aslında yüreğinde oluştuğunu, fark edemedim kanayan yaranı. Çok geçte olsa istediğin olmuştu, bahçenin bir kenarına dikmiştik, korkuluğu. Sende geç kaldın, bana inat eder gibi beni anlamaya, beni sevmeye. Ben, “bütün sıkıntılarımı yeşilliğin kucağına bıraktım” dedikçe sen, anlamazlıktan geldin benim sende bulduğum huzuru.
Uzatmadın bana ellerini, “korkuluk” derken gösteriş olduğunu, korkuluğun çözüm olmadığını bile-bile gittin, yarına doğru. Biliyordun o yarının bizi bitireceğini…
Yeşilliğini zamanla sarılığa aktardın, bende anlamadım benden bu kadar uzaklaşmak istediğini… Sonra ben yine geç de olsa fark edince gidişi seçtim, bu sefer ben seni çaresiz bıraktım… Hatalıydım, farkını fark etmeden çiğnedim belki ama bir o kadar da haklıydım. Aldırış etmedin “değer” sözcükleri ile başlayan hiçbir kelimelerime… Sırtımı ağaca dayadığımda ki mutluluğu hiçe sayıp, kendini kurumaya yüz tutturdun…
Çok geçmeden kış geldi, artık yapacak bir şey yoktu. Kuruyan bütün dallarını koparıp bir kenarda topladım sonra da yaktım, kendimle beraber… Seviyorum diyordum ya gerçektende seviyormuşum. Vazgeçmedim, SEN YANDIKÇA BENDE YANDIM. Dumanın içinde kaybolmayı istedim ama olmadı…SENDEN SONRA BENDE BİTTİM. Senden sonra bahçeni dağıtmaya çalışan kuşlar uçmaya, karınca yuvasını kırıntı götürmeye devam etti.
Senden sonra ben yeşillik olsun diye sadece kuru bir çimen diktim birde meyve versin diye “ayva” neden biliyor musun? Sen gittiğin gün ben de yandığımı bilsinler diye… Kızmıyorum, sende kızma bana “kanun” denen adalet, böyle yazılmış zaman dönecek, haftalar birbirini kovalayacak ve sen bitecektin.
Senden sonra, bende adımı mı atmadım, bakmadım çimenler nasıl olmuş diye. Duyduğuma göre dikenler bir de zararlı otlar kaplamış her yeri ama kimin umurunda? SEN YOKSUN YA.
Bahçem, termosumun dumanı İle sigaramın dumanını üfüren, yalın ayak gezmeme gönlü razı olmayan, çamuruna ve davetsiz misafirine rağmen sevdiğim kızma bana. Çünkü SEN GİTTİN BENDE BİTTİM. Korkuluk ise hala duruyor yeni yeşerecek bahçelere şahitlik yapmak için…