Aylardır gözümün önünde bir suret nedir, kimdir derken deniz kokulu gözleri dikkatimi çekti; masmavi.. Başı hafif yana dönük, neredeyse hiç konuşmuyor… Bu keder, bu kendini bile çekememezlik ve hiç ummadık anda gelen keder arkası sevinç… Deniz kadar coşkulu, deniz kadar umut dolu…
İşte tam bu esnada kalem kâğıda dokundu ve o an anladım ki insan büyüdükçe, acılar omuza çöktükçe değişiyor ve kaybediyor aslını… Tabiri ; “tecrübeyle sabit” her şeye herkese karşı çıkıyorlar tecrübeyle sabitledikleri için…
O an bu kadar derin sorguladım ve şimdi soruyorum sen;
Kimdin, kimsin, hayata kim olarak, nasıl bakıyorsun? Kendin nerede, özün nasıl… Kara bir kutuya kapatmışsın kendini; dışını maviye boyamışsın, gökyüzü gibi bakıyorsun ama ben içindeki o karanlığı gördüm, seni, senin aslını…
Cehenneme çevirmişsin… İçindeki hava hep fırtınalı, hırs çevrelemiş etrafını alelacele çıkmışsın merdivenleri… Peki neden, kimin için? Onca sahteliğin içinde neden olmak istediğin gibi sunuyorsun kendini… Aslında içten içe kızıyorsun kendine adımların yavaş olsa da sert vuruyorsun toprağa… Bastırmak istiyorsun içindeki seni ama korkuyorsun; suçunu ört pas etmek isteyen çocuk gibisin… Birilerin seni anlamasını, dinlemesini istemiyor gibisin.. Dışarısını boş ver sen aynalara bile dargınsın kendinle göz göze gelmekten korkuyorsun ‘ben buyum’ diyemiyorsun… Sahi sen kimsin o’ deniz gözlerinin altında ne yatıyor; acılar, nefret… Öfkeni kimden neden gizliyorsun ki kime bu kadar inat, kendine mi, kendindekilere mi… Büründüğün bu durum sana ağır gelmiyor mu, başını yastığa koyduğunda en savunmasız kaldığın o gecenin koynunda ne yapıyorsun?
Gözlerini görüyorum… Aslını bilmek ve seni sarmak istediğim için bana tasarruflu davranıyorsun… “ acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman...
Acı ile uğraşacak yerleri yok ettim” ( ismet ÖZEL )
Defalarca bu sözü tekrar ediyorum gerçekten insan yok edebilir miydi? Evet, insan büyüdükçe, zaman bizlere bir şeyleri öğrettikçe artık dayanma gücümüz ve karşılaştıklarımızı kaldırma dirayetini bizlere sunuyordu… yani daha az hissediyor, daha az anlıyor ve daha çok kabullenmişliği seçiyorduk kimseyle uğraşacak, kimseyi dinleyecek ne zaman bırakıyordu bizlere nede ortam…
Sizce de öyle değil mi? İnsan büyüdükçe acı çekebilecek yaşa gelmiyor mu ve insanların yaşı biraz da belirli bir mertebeye ulaştığı zaman daha az acı çekmiyor mu? Yani demem şu ki insanlar büyüdükçe duygularını biraz daha kaybetmiyor mu? Acaba bunun sebebi yanlış zaman ve yanlış insan mı? Yanlış insan, yanlış zaman? Ne kadar düşündürücü bir cümle… Neye ve kime göre yanlış… Soru çok cevap alabilecek insan yok… Duygular tecrübeye sabit tutularak geçici, anlamsız ve abartı olduğu düşüncesi…
Bana göre; her şey zamanı gelince yaşanıyor… ve yaşanan her şey o zamanın gerektiğinden ibaret… ne bir adım geç nede bir adım erken. Bir yerde okumuş idim ; “ etrafındaki bazı insanlar senden bir adım ileri gözükebilir, bazıları ise senin yerinde gözükebilir ancak herkes kendi yarışında, kendi zamanında onları kıskançlık yada taklit etme… Kendi zamanında sen kendi zamanını yaşayacaksın… Hayat harekete geçmek için doğru zamanı beklemektir”
Evet… Hayat doğru zamanı beklemek ise yüreğim geleceğin o zamanı bekliyor ve sizlere sesleniyorum; halen sevebiliyor yaşta isek bırakın sevin, sevilin etrafınızdaki insanları anlamaktan, dinlemekten kaçmayın size açılan kapıları sonuna kadar değerlendirin…
Yüreğinizdekiler ile HOŞÇA KALIN…