Kırılıp gitmişti işte en ince yanından… Kadın koşar adımlarla bir umut merdivenlere tırmandı ve var gücüyle kapıyı çaldı, kapıyı açan arkadaşının elamanıydı.
Hemen arkadaşını sordu telaşlı, kalp ritmi oldukça fazla. “Mutfaktayım”, diye ses yükseldi içerden. Hemen mutfağa yönelen kadın “acil telefonu kullanabilir miyim?” dedi. Bir hışımla telefonu kendine çeviren kadın, hemen numaraları tuşladı… Bir iki. Üç… Derken sonuna kadar çaldırmış ama telefonu açan yoktu…
Elleri titremeye başladı, yapacak bir şey bulamadı titreyen elleri ile sigaraya uzandı… Çaresizliği iliklerine kadar hissediyordu. Açmamıştı telefonu… Ulaşamamıştı… Kapının ardı ölümdü sanki çıkıp gidemedi. Dünden beri uyku bilmeyen gözleri doldu, ağlamak istiyordu ama yapamadı gözyaşlarını içine akıttıkça elleri daha çok titremeye başlamıştı. Sol yanının acısını dindiremiyordu. Çaresizce başını sola çevirip pencereden dışarı seyretmeye başladı ve arkadaşının duyacağı şekilde “bitti” dedi… Bitmişti… Arkadaşı “ne oldu?” diye sordu… Nasıl anlatırdı bir telefonla gittiğini saatlerce aradığını ama ulaşamadığını… Sustu… “Bitti” diyebildi tekrardan, bitti…
Biten neydi, güven mi? yoksa sevgi mi? o gidince ne gitmişti ki…
Evet, arkadaşı sormuştu bu soruyu… Gitsin bırak ne götürdü ki senden demişti… İçinden güvenimi, sevgimi, insanlığımı demişti. Bir kez daha insanlığı ayaklar altına alınmış birine güvenmenin ceremesini çekiyordu… Kırılmıştı işte tam neresi olduğunu bilemediği bir kırgınlık onu bertaraf etmişti. Ne gelirdi ki elden, susmak dışında. Evet, evet en iyi bildiği şey buydu susmak… Sakin kalmaya çalışmak… Zaten başka da ne yapacak bir şeyi yoktu.
Önce güven yerle bir olmuş sevgi de onun altında kalmıştı. İnsanlıktan ses seda yoktu hala eee güvenin olmadığı yerde insanlıktan nasibi almamış insanlara karşı yapılacak bir şey yoktu. Merhamet yüreğine işlememiş insanlara ne yapılabilir ki? Hiç… Ama o güvenmeyi tercih etmişti, insanlık ölmedi diyordu inadına. Canını acıta acıta bir kez daha gördü insanlığın öldüğünü ve hiç bir şeyin olmadığını…
Kendimden bile uzak bir şehir deyim, biliyorum bin yıl da yaşamış olsam yarı yolda ölüp kalacağım...
Heybem bomboş, yalan umutlarla dolmuş senin kapından başka bir kapıyı çalmanın pişmanlığı içindeyim...
Beni geri çağır yoksa el kapısında kalacağım...
Hasret, masret hak getire yanlışlığı oynuyorum. Kumarda kaybettim, aşk neyime...
Bilmem bu gönül kimin ateşinde
Beni geri çağır, bir kelamına muhtaç bu gönül.
Dergâh bildiği gölgenin müridi benden kaçan ben...
Ben, beni kaybediyorum sen döndürüp buldur beni...
Yoksa talan olmuş insanlığın içinde harap olacak nice gönüller…