Sen bilmezin benim hücremi, anlayamazsın da Güneşin bile görmediği en ücra köşelere ektiğim tohumları... Bir deri bir kemik kalmış bedenimi hala bir sigara ile öldürdüğümü... Göremezsin çetelesini tuttuğum şu hayatımın hatalarını...
Fark edemezsin seni sevip sevemediğimi oysa tanımıyormuş gibi bakan gözlerimin derinliklerinde ki haykırışları Sen bilmezsin anlayamazsın ‘hayırlısı’ diye dilime dolayıp yüreğime kabul ettirdiğim zamanları…
O yüzden sus! Çünkü insanlar kitap gibidir kapağına aldanıp da içinde yatan güzellikleri ya da çirkinlikleri fark edemezsiniz. Aslına bakarsanız o kitapları oluşturabilecek kadar ne yazmaya vaktimiz vardı nede karşımıza yazabilecek biri çıktı. Bir zamanlar kütüphanenin ( insanın) belki de en tozlu kitabın içinden sadece gözüme çarpan cümlesi. Kenarları yırtılmış yaprakları sararmış. Bazı sayfaları koparılmış. Zamanın da fark edilmiş ya da hala fark edilmeyi bekleyen bir kitap. Benim bile aylardır gözümün önünde ki “beni oku” dercesine bakan kitap...
Sanatçının tam kendisiydi benim kitabım eliyle, diliyle. Karşısındakinin bamteline vurmasını bilen okuttuğu gibi okuyan. O yerden yere vurmasını da bilirdi şahlandırmasını da. Bir şey dendiğinde “herkesle her şey konuşulmaz” der geçerdi. Anlayamadığım ustalık, hünerden gelir bu ne biçim bir ustalık ki elinden saz varken sazının bamtelini parmaklarından çekmezken neden bu kütüphanenin en arkasında yer alıyordu. “Yapacak bir şey yok” deyip hatanın neresinden dönersek kar sayıp kitabımı okumaya başlıyorum.
Tanım yapmak isterdim ama dışını anlatmak iki cümleyi geçmezken anladıklarımı anlatmak kifayetsiz. Aylardır yüzüne baktığım ve sadece bakmakla yetindiğim kitap bu son demlerinde verebileceği saatlik bazen de günlük derslerini verip gidiyor. Her ne kadar “yapacak bir şey yok” deyip geçse de. Soramadan geçemeyeceğim insanoğlu için yapacak bir şey mi yok yoksa işimize mi gelmiyor. Tercih sizin olsa da atalarımız ne demiş “her koyun kendi bacağından asılır”…
Hazine saklı yüreğimin ıssız adasında
Bildiklerim kadar bilmediklerim de var
Anlatamadığım duyguların içinde benim kütüphanem var.
Güveniyor muyum? Diye kendinize bile soramadığınız sonuçta o da insan hatası olunca üzülürüm dediğiniz, içinizde olan biten her şeyi anlattığınız, eliniz de ki yarım ekmeği paylaşırım dediğiniz o kitaplar ya fabrikaların ya da kütüphanelerin en arka raflarında eskiyip gitmeyi bekliyor... Aldatır bizi yaprağının sararmışlığı, sağlam ve engin bilgilerin onda olduğunu düşünürüz, düşüncelerimiz ise zamanla duygulara dönüşür sonrası zaten çorap söküğü gibi gelir… Hangi kitabı elinize alırsanız alın ne zararı olabilir ki kapağına aldanmayıp içeriğine odaklandıktan ve irdeleten düşünceler olduktan sonra.
Bilirsiniz kitapların girişleri kısadır, ön hazırlık aşaması belki yanıltabilir sizi. Ama iş elinize alıp o kitapla yola çıkmaya başlayınca anlaşılır… ya sürükler alır gider yol boyunca beraber olursunuz yada ilk fırsatta kenara atar aklınıza getirmezsiniz… İnsanlarda böyle değil midir, ilk kendini tanıtma, alıştırma aşamalarında her şey güllük gülistan iken biraz daha tanımaya başladığınız da ya bırakırsınız yada daha çok bağlanırsınız….
Yıl bilmem kaç okuldan daha yeni mezun olmuş Denizli de bir Fabrikada Muhasebeci olarak çalışmaya başlamıştım ilk defa bir fabrikanın kitap gibi olduğunu orada düşünmüş orada irdelemiştim insan tanımanın kitap tanımak okumak ile aynı olduğunu. Onlarca çalışanın içinde farklı karakter ile çalışırken, kütüphaneye gittiğimizde onlarca karakterin yazdığını okumuyor muyuz? Onların düşüncelerine sahip olmuyor muyuz? Sizden ricam ambalaja kanmayın her iyinin içinde muhakkak bir kötü olduğunu, her kötünün içinde sizin için hazırlanan iyinin olduğunun farkında olarak elinize alın kitabı ya da insanlarla öyle tanışın… en önemlisi de size neyi öğretmeye, aşılamaya çalışıyorlar sorgulayın…
Aksi takdirde ötesi yol yorgunluğu, gönül kırgınlığı olur…