Aramakla bulunmaz ama bulanlarda arayanlardı demişti hocam ve vermek istemese istek vermezdi diye de eklemişti… Aramaya ve istemeye suçu üstlenmeyerek başlıyorum. Evet, ben bu suçu üstlenmem. Bu devirde yaşıyorum diye bu devrin suçunu üstlenecek halim yok…
İçimdeki atların ayak sesleri ile uyanıyorum, bu sabah.
Yollara ve uzaklığa olan hayranlıkları korkutuyor beni.
Gitmek için debelenen ruhumun havasındalar…
Gözlerimi, gözlerinden sakınıyorum, saklıyorum ayrılmaz parçamın yarısını ve
Seni hatırlıyorum yine bu sabah
Bu sabah seninle uyanıyorum…
Tımarlanmış yaraları kanatıyorum, bir isyan kişnemesi sağır ediyor kulaklarımı,
Kulaklarımda sesin ile uyanıyorum,
Atlar, Azizim Atlar! Diyorum…
1400 yılların hayalini teşne ruhumun bir on yıl daha sürgüne gönderesim geliyor ama bakıyorum ki asıl sürgünlük burası, şuan ki anmış yaşaya yaşaya öğreniyorum… Taş duvarların arasında oturup ahvalimi merak eden nice canlar ararken can dediğim şeyi dağda bayırda, doğada arayasım geliyor. Hissediyorum insanlardan pekte bir fayda yok…
Gönül dergâhımın kapısını arıyorum küçücük et parçası deyip geçtiğimiz o kalp çölde susuz kalmış gibi müridanların arasına karışıp bir çıkış yolu aramakta… Kime ne sorduysa da yolun sonu pek anlaşılmamakta… Yaşayalım görelim “Mevla’m ne eylerse güzel eyler” düşüncesi ile ömürden günleri törpülerken kaybettiklerimizi neden fark edemiyorum bilemiyorum… Çocuğumuzu kaybettik, ahlakımızı kaybettik, düzen denen şeyin adı var kendi yok, insanı duygular yabancılaştı, yabanileşti baba evladına kin besliyor, ananın beslediği evlat anasının hayatını hiç ediyor. Elbet ölüm her an var bunlar vesile diyeceksiniz ama ahir zamandaki vesileler bile korkutmaya yetmiyor mu? Aklım almıyor azizim, benim bu olan bitene… Gelinen noktalara, insanlara… Ne bileyim almıyor düşünemiyorum, idrakimi zorluyor…
Gönlümün dergâh kapıları buz gibi taş duvarlarla örtülü oysa siz yüzü aşağı doğru bakan çiçek gördünüz mü? Çiçek bile olgunlaşıncaya kadar başını semaya dikerken ve olgunlaşınca başını toprağa edepten eğip kışı yani ölümünü beklerken biz son demimize kadar neden dik başlıyız? İçimdeki atların ayak sesleri gitgide hızlanıyor, durduramadığım düşüncelere gark olmuş aradığım soruların cevapsız kaldığı saatlere çarpıp-çarpıp gidiyor… Susuyorum ne zaman onu görsem sanki gönül dergâhımın kapısının sahibi o muş gibi geliyor elimi uzattığımda anahtarı verecek ve ben o kapıdan içeri girecek gibiyim… Gözüm bakmakla görmek arasında karar kılmış değil bazen çok ince detaylara takılırken insanlar üzerinde bu kadar hoyrat kalmasını yadırgıyorum…
Umutsuz değilim, mutsuz hiç değilim biliyorum olanda da olmayanda da hayr var. Ve ben benim için tecelli edecek hiç bir şeyi bilmemekle beraber ne demiştik en başta Aramakla bulunmaz ama bulanlarda arayanlardı ve Vermek istemese istek vermezdi… Aramaya ve istemeye suçu üstlenmeyerek başlıyorum ve çayır, çayır yansın istiyorum gönül dergâhım. Taşıdığım bir kalp ise onun hakkını vermek niyetim ama o kadar çelimsiz, çaresiz ve yarım yamalak bilgiler içinde nasıl olur bilemiyorum ve bu açık nasıl kapatılır onu da bilmiyorum… Velhasıl kelam, onca bilgisizliğin içinde;
Yüreğimde yaktırdın kandil, meğer kandil değil çarmıhmış.
Çaresi kelamına sığınıp “Allah- Allah” diye yola koyulmakmış.
Yürü ya kul, ahir zaman dedikleri bu yolun sonu da varmış…
Elin gözün dahi düşüncen batıla meyilli iken
Şeytan dedikleri avının peşinde dalarken
Kafirin dilinde bile Allah kelamı eksik olmazken
Yürü ya kul, ahir zaman dedikleri bu yolun sonu da varmış..
Rehberin Kur’an hocanın peşinden davran…
Gelen musibetlerden KORKMA!... İnsanlardan KAÇMA!...
Dostlar… Ramazanın son demlerinin kıymetini bilenlerden olma umudu ile… Taşıdığınız kalptir UNUTMAYIN!
(Müridan: Tasavvufta, kendisi için Allah'ın irade ettiğinden başka bir şey istemeyen, Allah'ın iradesi karşısında teslim olan; tarikate giren ve şeyhe bağlanan, derviş, bende demektir.)