Elindeki kitap ile ayağa kalkar bir iki adım ile birlikte etrafını izler, etrafa göz gezdirdikten sonra parmağını satırlara sürer okumaya başlardı... Şiir okurdu, tane tane dokunarak. Severdim onun şiir okumasını hep o okusun isterdim... Söylediği cümleler yüreğime dokunur dalar giderdim o' beni görmediğim, gitmediğim uzaklara götüren tek insandı... Divan şiiri gibi ağır yükler taşırdı. Şiiri biter gözlüklerini çıkarır tekrar etrafını izlerdi... Onu anlayan,. Dinleyen bir yürek bir göz var mı? Diye. Masasına geri oturur oturduğu yerden devam ederdi, yıllar geçmişti üzerinden eee dile kolay 2000 li yıllardan bahsediyorum…
Ne zaman şiir okuyan bir adam görsem aklıma düşerdi ve kendimi tebessüm ederken yakalardım. Ezerim yoktu, Meslek lisenin sayısal biriminde olmama rağmen Edebiyatı seviyordum, Divan Edebiyatından bir şiiri bile ders niteliğinde ezberletmeyi başarmıştı. Hikâye yazmayı onun sayesinde öğrenmiştim. Okuduğumdan nasıl nereden anlam çıkarmam gerektiğini, boş yere konuşmamam gerektiğini ve daha sayamadığım nice dersleri… Şimdi ne anlatırsam anlatayım kifayetsiz cümleler topluluğunu bugün buraya yansımış olacak.
Tarih 27.07.2022 saat 22.13 karşıda ki telefon “senin hoca ölmüş” dedi hangi hocam kestiremediğim için “kim?” diye sordum. “Muhammet Hoca “ dedi… Hiç sesim çıkmadı, olduğum yere oturdum “emin misin?” diye sordum ölümü konduramadım ona. Dur fotoğrafını atayım dedi; sosyal medyadan alınmış ekran görüntüsünde yazıyordu ki “Vefat eden ilçemiz Pınarcık Mah. Merhum Süleyman oğlu emekli öğretmen Muhammed Kabukçu. Merhuma Allahtan rahmet eylesin mekânı cennet olsun. Ailesine başsağlığı dilerim” (âmin)balkondan içeri girip duvarları izlemeye başladım ortaokuldan bu zamana kadar tanıdığım, “iyi” kelimesinin yetersiz kaldığı hocam ile ilgili bütün anılar gözümün önünden film şeridi gibi geldi geçti. Yutkunmakta bile zorlanmıyordum avazımın çıktığı kadar bağırıyor ama kimseye duyuramıyordum sesimi. Telefonu elime alıp başka bir hocama sosyal medyadan “Kıymetli Hocam, Muhammed Kabukçu hocam vefat etmiş” dedim. Cevap gecikmemişti, “ Canımdan can gitti. Serinhisar’da değilim acı haberiniz çok acı geldi. Biz Allah’a aitiz. Allahtan geldik yine ona dönmekteyiz. Allah rahmet eylesin”.
Evet, doğru cevap buydu. Birden yutkunmamı sağlayan o kurşuni söz buydu “canımdan can gitti”…
… Ortaokuldan yeni mezun olmuş, lise ile tanışmış yeni ortam, yeni arkadaşlar kazanmış ve biraz da büyüdüğümü zannettiğim o yıllar; hani derler ya " deli çağlar" ya da "ergen"... Ortama ayak uyduramamış, okul ile pek de arası olmayan zamanlar… Ele avuca sığmayan, dersleri takip etmeyen bir ısmahan Çeribaşı’nın hezimete adım adım gittiği o dönem.
Ve okulun ikinci döneminde hayatımın dönüm noktası ya okuldan atılacağım yada devam edeceğim dediğim zamanda okul Müdürü sağ olsun affetti ve Okul Müdüründen sonra sahne Muhammet Kavukçu’nundu… Söz verdirip her hafta “okuduğun kitabın özeteni bana getireceksin sorular soracağım sana” diye söz verdirdikten sonra kitapla buluşturdu. Edebiyatı sevdirdi, anlatamadığım şeyleri yazarak anlatmamı sağladı, “kula bela gelmez hak yazmadıkça hak bela yazmaz kul azmadıkça” sözünü hayatıma nakış etti. Çok şanslı biriydim ortaokuldan beri tanıdığım Muhammet Hocam lise yıllarımda yol ayrımında hakkını ödeyemeyeceğim şekilde yardım etmişti. Düşünce pencerelerim, hayata bakış açım, olaylar karşısındaki tavrım bile değişmeye başlamış ve ben aslında olmam gereken o yolu bulmuştum…
Muhammet hocam, kim senden kötü bahsedebilir ki kim sana kem gözle bakabilir? Sessiz, naif boş yere konuşmayan, konuştuğumda altında muhakkak bir sebep yatar diyen Kıymeti paha biçilemez insan Mekânın cennet olsun. Rabbim seni Peygamber efendimize komşu eylesin. Bizlerin senden zerre miktar razı olmama durumu dahi olmadı inşallah sende bizlerden razı olmuşsundur.
Canımızdancangitti…