Karanlık… Günler geçiyordu ama güneş bir türlü doğmak bilmiyordu tahtadan bir evde, gaz lambası ışığında bir odaya kapanmış bir aile ve dışarıda evi korumaya çalışan asker, asker adayları… Korku hat safhada ne olacak nasıl olacağını kestiremeyen kadın… evin içinde bir aşağı – yukarı inen çıkan ana… Eline bir lokma almış kime yedireceğini bilmiyor derken kadının ağzına söylene – söylene lokmayı veriyor ; “ Sen bu lokmanın ne demek olduğunu biliyor musun, fırınlar çalışmıyor ve sen kalan lokmayı yiyorsun” …
Kadın ne diyeceğini bilmeden bir çiğnemlik lokmayı kursağından zor bela geçiriyor… Derken eve birden saçlarını ak kaplamış hafif sakallı adamlar doluyor ve evin direği bildiğimiz baba ile durum değerlendirmesi yapıyorlar… Elinde Çanakkale savaşında ki o tüfeklerden olan kadın, kuytu bir yere nöbet tutmaya gidiyor. Hava; kara kışı kenara bırak cehennem gibi her yer tarumar olmuş evlerin ocağında değil de bütününden duman tütüyor, düşman askerleri pusuya yatmış saldırı emrini bekliyorlar…
Eli tüfek tutan kadın nöbet esnasında parmakları adeta buz tutuyor…. Saatler sonra nöbeti biten kadın, büyüklerin yanına odaya giriyor, herkes birden dilsiz kesilip susmayı yeğliyorlar ama son cümlelerini sıralar gibi yaşlı adam “ evlat işte askerler böyle elleri buz tutuncaya kadar nöbette vatanı için bekliyorlar” diyor… Gözleri bir den fal taşı gibi açılan kadın sözde mana arar iken evin anası “ düşman eve giriyor” diye feryat ediyor… Eli tüfek tutan kadın gözlerinde ki korkuyu bir den kenara bırakıp Türklük onurunu giyiyor ve aşağıya canı pahasına evini korumak için yavaş-yavaş iniyor…
Birkaç düşman askerini yere seren kadın dışarıda ki insanların, ailesinin, vatanın durumunu düşünüp yüreğine yük yüklüyor… Neyin nasıl olacağı konusunda hiçbir fikri olmayan kadın, merdivene oturup ağlamaya başlıyor… Önce vatanını sonra atasını kaybediyor ve bunu iliklerine kadar hissediyor…
Saat 02.34 gece yarısı… gözler ıslak… eline telefonu alır almaz nefesini kesen rüyanın etkisinden uyanmak için bir ses bir seda arıyor…
Ne saçma bir rüya ama …(!)
Peki gerçekleşmesi sizce uzak mı? Dört bir yanımız düşmanlarca çevrili o da yetmiyormuş gibi içimizde bizim soframızda olan düşmanlarımız da var… Yasal acıları kenara bırakıyorum, adaletin kestiği parmakları da şimdilik kenara bakıyorum ama her güne şehit haberleri uyandığımız şu günleri yok sayamıyorum… Farkında değil misiniz, vatanımız, milletimiz, bayrağımız, dinimizi almak için uğraşıyorlar… Güzel ülkem; Türkiye'm sırtında bin tane bıçak ile ayakta iken siz onlarca şehit haberleri karşısında nasıl da duyarsız , sessiz ve çaresizsiniz anlamıyorum .. Fakat çare yine sizlersiniz farkında değilsiniz... Hadi bunu anlayamadım peki olayları nasıl siyasi boyuttan tartışıp bunu siyaset yarışı gibi görebiliyorsunuz aklım almıyor… Allah aşkına bırakın bu oyunları yarın başınızı koyacak yastığınız bile olmayacak ama bizler neyin peşindeyiz?.. Öyle ya da böyle şuan mevcut durum karşısında ve mevcut hükümete sahip çıkıp iş birliği ile şerefsizlerin parmaklarını kırıp ülkenin üzerinden karanlık güçleri def etmemiz gerekiyor…
Daha da açık söyleyeyim şuan bu kadar sıkıntıları göğüs gerecek ve bu dirayet ile yürüyebilecek biri tanımıyorum eğer siz tanıyorsanız hemen harekete geçirelim… Sayın Bahçelinin bisküvisi çaya batırıldı ve yumuşadı hatta eridi… Sayın Kılıçdaroğlu ise; Polis’in elinde silah ne gezer sorgulamasını hala bitirememiş aklınca muhalefet yapıyor… Geçin arkadaşlar bu işleri devir siyaset devri değil devir; BİZ OLMA, DİRİ OLMA zamanı…
Aslına bakacak olursak son söz ; “
Gidersem, namerde boyun eğip kurşuna diz çökersem,
Ayağıma vurulmuş prangalara yenilip adını unutsam,
Anamın verdiği o bir lokmayı yersem,
Seni zemheri gece de bırakırsam,
NAMERDİM…
Vatanımı, milletimi satarsam,
Olmayacak işlere bulaşıp çamurla uğraşırsam,
Kalbimin kara deliklerini ak’a çevirmezsem
NAMERDİM…”
demek ve bunu uygulamaya koyma zamanıdır… diğer niyetlerinizin ve düşüncelerinizin canı cehenneme…