"Kün fid-dünyâ keeneke garîbün ev âbiru sebîlin ve udde nefseke min ashàbil-kuburi..."
[Dünyada bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol ve kendini kabirdekilerden say!..] Eyüp Sultan Camii'nde, cenaze namazlarının kılındığı bölüme açılan kapı üzerindeki yazıyı heybeme koyup Eyüp Sultan mezarlığına doğru yavaş yavaş adımlıyorum sabahın erken saatlerinde burada olmanın tadına doyamadan bu alemden göçüp gidecek olmanın hüznü içimde… Heybemdeki sözü bir an unutup asıl ölüleri düşünmeye başlıyorum hala nefes alıp veren lakin hiç bir zaman toprakla kavuşamayacağını düşünen ölüleri. Onca ölü içinde ben nasıl diri kalabilirim, bilemiyorum? Yürüye yürüye kaşgari dergahının kapısın dan içeri geçip girişteki banka ilişiyorum… Aklıma geliyor kelam sultanı o demişti zaten bu kapıdan içeri gir diye. Bana has değildi elbet dediği lakin dinlemekte olmazdı hani…
Mesnetsiz yüzlere oturmuş düşüncelere inat gönlüm kelam otağında, damla damla o pınarın başından dudaklarımı ıslatıp başımı gökyüzüne kaldırıyorum ve yaşamla olan kavgam hala sürüyor, yüksek sese tahammülü olmayan ben, çığlıklar içinde zindanın kapılarını kapatıyorum... Kaç ay oldu bilmem güneşin pencereden içeri sızısı... Sızı... Kuşların binbir ahengi… masmavi gökyüzü. ağaçların gökyüzüne dönüşü, dolu buğday başağının sanki bir padişah önünde durmuş gibi eğilmesi…
Ve hissediyorum senin yüreğime şeref verişin ile başladı gülün bülbüle olan asıl isyanı... Tasavvuf erbabı kimse, hırka giymekten ziyade bir lokmaya talim etti. Damla damla suya talip iken iç isyanım dinmek bilmiyor. Açım, aç…Hiç doymuyorum... Ve deli gibi kıskanıyorum kitapları, içinde yatan onca cümlelerden bi haber yaşıyorum diye...
Doymak istemiyorum yedikçe ikramlarını ne kadar cahil olduğumu hissediyorum... Ben... Ezemedim şu melunu... Yıkıp atamadım, duvarlarını... Hala tahammül edemiyorum en ufak yüksek sese...
Lâkin avaz avaz bağırıyorum kaldığım bu yerden. Ve yalvarıyorum ‘ne olur yollar uzasın hasretlik değil’ duan duamla karşılık bulsun o ilim şerbetinden bir tas da ben içeyim…
Ve bugün dante dante işlenir Maruf ÖZÜLKÜ’nün “hiç” adlı şiiri yazacak bir kelam bırakmaz ve damlaya olan ihtiyacımı “Haddimi bileyim ki olmaz cesaretim hiç” sözü ile damladan da olma der gibi…
Ne yazdım, ne söyledim bende bilmem, bilinmezlikler içinde bir iki satır ettim ve satırlarımı aşağıda Maruf Özülkü Bey’e ait olan şiir son veriyorum.
“Neler yitirdim neler; seni kaybetmedim hiç
Terk eden masivaya olur mu minnetim hiç?
Hayatta direnmenin mânası hevestedir
Sordular yaşamanın bedelini dedim hiç
İlk gün kavlinden beri ruhum kemerbestedir
Cananla aramızda malum işaretim hiç
Bayramların muştusu gelecek o sestedir
Merhametin olmazsa surî mahiyetim hiç
Ben diyenler görünmez zincirli kafestedir
Haddimi bileyim ki olmaz cesaretim hiç
Bir sır var yeryüzünde isteyen herkestedir
Zayi olmaz yanında bilirim kıymetim hiç
Erbainler haşindir baharsa ahestedir.
Sabrederim efendim sarsılmaz niyetim hiç
Tüm nefesler tutulur canlar o nefestedir
Ne heyelan ne bir sel, aparmaz merkadim hiç
Hikayenin başı da sonu da Elest'edir
Ne ileri ne geri, sanadır ricatim hiç
Arifî tahammül et; sıla, son adrestedir
Lütfuna sığınarak beklerim-bekledim hiç” ( Maruf ÖZÜLKÜ)
(Not: Hiç şiiri Maruf Özülkü Bey’e aittir. Teşekkürler)