Ağaçların dallarında tuhaf bir şekilde haraketlilik var, yüreğimden damıtılan cümlelere inat öfke saçıyorlar... Düşüncelerime inen perdeler kalksın istiyorum. Hissedilen duygular, içimi yakan o kekremsi duyguların bende bıraktığı o tat neyin nesidir, bilemiyorum.
Kendimi savunmaktan bıktım. İsyan bayraklarını açtım her an saldırıya geçebilirim. Ama şunu da unutamıyorum her eğriyi doğru düzeltmez… Kelam sultanının deyimiyle ; ““Teberrî etmedikçe tevellî olmaz.” Teberrî “uzaklaşmak”, tevellî “yakınlaşmak” kısacası kötüden uzaklaşmadıkça iyiyi yani doğruyu bulamazsın…
Aslında başlı başınca çok derin bir konu olan Teberriyi bende biraz daha demlenmesini bekleyip o şekilde tekrardan karşınıza çıkmak isterim. Kafam allak bullak eğri ile doğruyu, ok ile menzili, koyun ile bacağını ayrı ayrı yerlere koymak istiyorum olmuyor. Her koyun kendi bacağından asılır derler ya yalan arkadaş. İnanmayın!
Neyse… Sığınacak limanları yakmışta ummada kaybolmayı bekliyor gibiyim. Satırları ateşe verdim, konuşmayı da kaldırdım küçük bir çocuk edasıyla dudağımı büküp oturuyorum köşemde. İnceldiğim yerden kırılmak üzereyim... Gönül dergâhını sahip çıkamadım, Allah'ım. Affet...
Geçmeyecek sancılara gebe bırakan zamanın içerisinde en can alıcısı da karşımda duran olur olmadık kişilerin saçma sapan muhabbetlerini dinlemek oluyordu. Özenti hayatın içinden çıkan gençliğin o serüven dolu boş lakırdıları beynimi haddinden fazla şişirmeyi yetmişti. Yorgundum üç saatlik yolculuğun ardından heybemi kapının ardına asıp o özgür alanımı oluşturmaya çalıştığım dört duvar arasında beni her an dinlemeye hazır kâğıt kalemim çay eşliğinde bırakmamı bekliyordu. Çay… Yarenim… Her an bir ben varım diyecek gibi oldu ama işte dili yoktu… . Aslında çok bencil biriyim, itiraf etmem gerek. Ne zaman dara düşsem o zaman alıyorum kâğıt kalemi. Beni asıl anlayacak olana "ah" kelimesi ile başını sonunu anlatırken sana örümcekleri kıskandıracak derecede ilmek ilmek örüyorum. ‘Bismillah’ ile başlıyorum kelama.
Alışamadığım bir çağın ortasında kalmışta yeni ilkokul çağına başlamış çocuk edasında etrafımı anlamaya çalışıyorum. Neden bu kadar geri kalmışlığın içinde çırpındığımı hala anlamış değilim. Kılık kıyafetten tut, sözlere kadar her şeyin farkını anca idrak ediyorum. Daha dün arkadaşla bir mekânda otururken insanların kılık kıyafetiyle ilgili konuşmaya başladık karşımda neredeyse giyinmeyi unutmuş arkadaş giyinişimi eleştiri yaparken benden utanıp utanmadığını sordum. Utanmıyormuş ama bu şekilde ne kadar çağın gerisinde kaldığımı bana anlatmaya çalışıyordu. Haftada bir günlerine katılmadığım dostların sohbetlerini bir kere katılıp yarısında kaçtığım için bir daha çağırmaya cesaret edememişlerdi.
İtilmiyordum, itilemezdim lise zamanlarında öğretmenim çoktan benim hükmümü vermişti. “sen busun, senin karakterin oturmuş” demişti. Oturan o karakteri bir daha yerinden oynatamadım ve teşvik, tedbiri ve tekbiri beraberinde getirdiğine inandım.
Karaktersiz karakterler… Neydi karakter bizi biz yapan değerlerin ya da değersizlikleri içimizde taşıdığımız, kıyafet gibi giydiğimiz o davranışların, hal ve hareketlerin alayı değil miydi? Peki, neden bu kadar anlaşılması zor olur karşımızda ki kişi ya da kişilerin davranışları… Utanıyorum ve suçlanıyorum bana ait olmayan asıl onun evi olan gönül dergâhının korumasını beceremediğim için lakin başa çıkmak zor, karaktersiz karakterlerle (Olur olmadıklar)…
Necip Fazıl geliyor aklıma... Adam, "Tanrılar!" Demiş bırakmış... Tanrılar! (Allah, Tanrıların belasını versin) . Adam paraya tapıyor, kadına tapıyor, oturduğu koltuğa, şan, şöhret delisi olup gidiveriyor... Sonradan görmeler, ne oldum delisiler. Kim bu olur olmadıklar, Karaktersiz, karakterler... Belirli bir noktalara gelmiş ama insan kalmayı becerememiş. Aldıkları lafları sakız gibi uzatıp oradan oraya yaygara edenler, ayıplamak için açık arayanlar. Yüzüne gülüp dost edasıyla yaklaşıp ardından iş çevirmekten korkmayanlar, aldatanlar, vasatlar, yalancılar, başkalarına yaranmak adına bir şeyleri peşkeş çekenler...
Sağlam karakter sahibi olan biri bunlara kanar mı, aldatan kadar aldananın suçu yok mu? Var elbet...
İnsanlığımı aradığım yerde buldum ve aynı yerde kaybediyorum inimi özledim, kapalı kapılar ardında bıraktığım benliğimi… Ve net bir şekilde söylüyorum HER EĞRİYİ DOĞRU DÜZELTMEZ… Ve bu konuda en son sözü aslında Necip Fazıl demiş TANRILAR! (ALLAH BELANIZI VERSİN)