“Aşk, İlâh'tan insana lütfedilmiş bir hâldir, bunun üzerine söylenecek her söz ne idüğü belirsiz bir kıl-û kâldir. “
İsyan edercesine telefonum diğer ucundaki ses "aradan çıkabilirim" dedi. Aradan çıkmak neydi ki? Fazlalık olan değil miydi kenara atılan. Kendini öyle mi hissediyordu? O duyguyu ona o şekilde hissettiren kadın mıydı suçlu yoksa yanlış düşünen adam mıydı? İki yıllık evlilik laf cambazlığı yapmaya çalışan adam yüzünden bitmişti... Arkadaşın hikâyesini kapatıp geçen günlerde yazdığım bir yazı için özellikle arayıp "aşık mısın?" Diye soran şahısa ve bu zihniyete sahip kişilere bir iki kelam demeden yazıma geçmek istemiyorum. Müsaadenizle.
Evet, kalemimi seviyorum. O yüzden kelamı kalemin karşısında soyut hale getirmeyi, duyguları dansa kaldırmayı seviyorum. Evet, aşığım kağıdıma. Her ne kadar yazdığımı tersinden gösterip beni ele vermeye çalışsa da kalemin boyunduruğu altında olmasını seviyorum... Evet, insan aşık olması lazım zira Leyla dan Mevla'ya giden yolu her daim inanmış biri olarak beni Mevla'ya götürecek o kişiyi denk gelmek isterdim. Nasip...
Uzun lafın kısası yazan değil yazdırandır asolan. Karşında İstanbul gibi bir şehir varken, her gün üç buçuk saat yolculuk yapıp insanları seyredince insan halden hale giriyor. Bazı şeyleri severken bazı şeylerden tiksinmiş oluyorsunuz. Eğer bu ise aşk muhabbetiniz Eyvallah aşığım ama kast ettiğiniz yeni yetme gençlerin dediği gibi flört ise asla bunu kabul etmem.
Sevgi neydi? Hatırlıyor musunuz Al Yazmalım filminde ki Cemşit rolünü onun yaptıklarını... Ben aşk deyince aklıma Leyla ile Mecnun geliyor. Sormuşlar Leyla ya sen mi çok sevdin yoksa Mecnun mu diye? Leyla "ben çok sevdim. Çünkü sevgi yürek ile aklın kabul ettiğidir. Yürekten dile düşerse bu aşk olmaz demiş. Mecnun dillere düşürdü bizi " diye cevap vermiş... Öyle değil midir?
Peki ya H.z Yusuf ile Züleyha arasında ki aşkı okuyanız var mı?
İnsan sever. Yürüdüğü yolu, çoluğu çocuğu, aldığını arabasını ne bileyim eşini, dostunu...
Ne diyordu kelam Sultanı; Muhabbet ehli o ki mahbubunu görürse memnun, görmezse kaydında değil; aşk ehli o ki mahbubunu görürse memnun, görmezse mahzun; derd ehli o ki görse de mahzun görmese de mahzun.” O yüzden ben aşkı, sevgiyi, o mertebeleri anlatacak kadar yürekli biri değilim. Bu yüzden bu işin ehli olan başka kelam Sultan’ın sözü ile bu haftalık sözlerimi sonlandırmak istiyorum.
Kelam Sultan'ın sözü ile yazıyı bu haftalık son verelim.
“aşk, akıl için bir sırr-ı kadîm,
mâşûk âşık için bir ismi azîm
sekerât girdabındaki bir derviş gibi
aşık, mâşûkun adını tesbih eder de eder
ama ne içinde erir, ne sonuna erer, ne onu geçer ne ondan geçer.
halkın gözünde değersiz bir derbeder akılsız bir meczuptur o.
hâlbuki uçsuz bucaksız, dipsiz kenarsız, hâdsiz hudutsuz bir âlemde mahpustur, mahkûmdur, mahcuptur o; kimse bilmez, bilemez...
aşk, bir kemend-i esâret gibi görünür sana ama aslında o maddeyi mânâya, cesedi rûha, aklı kalbe, görüneni görünmeyene bağlayan bir mirâc-ı hürriyettir...
Bir yanın zelîl olsa da bir yanın azîz'dir. bir yandan yaksa da aşk bir yandan serindir.
Tıpkı bir afyon-u mânevî gibi içine girmekle kalmaz iliklerine siner, sonrası bir mevtânın sekerât hissizliği sanki artık donsan da yansan da fark yok gibi...
Hâsılı kelâm
Aşk, İlâh'tan insana lütfedilmiş bir hâldir, bunun üzerine söylenecek her söz ne idüğü belirsiz bir kıl-û kâldir. “ ( Yasin Pişgin)