ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

LAÇİN ASUTAY -3 (Her son zannettiğimiz yeni bir başlangıçtır)

Otobüsün hemen yüz, yüz elli metre karşıda bekleyen arabaya yöneldim, arabanın şoför koltuğunda kırklı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir bayan oturuyordu, arka koltuğa baktım fakat camlar filmli olduğu için bir şey görünmüyordu… Çantamı bagaja koyup ön tarafa geçtim… Bütün şüphelerimi, dikkatimi çeken sakallı adam, Hilmi ÇETİN, namı değer mezar bakımcısı… Bütün ciddiyeti ile arabanın içerisinde kahverengi deri ceketi ile oturuyordu. Şoku üzerimden atamadan ‘siz, ama siz’ diye karşılık verdiğim saatler öncesinden yanında olduğum adam şaşkınlığımı mazur göremeden ‘sus da işimize bakalım’ diye karşılık verince arabanın arka koltuğunda pusup öylece kalmıştım… Niye en başından beri gizledi diye düşünürken; ‘yolculuk nasıldı’ sorusu ile tekrardan sesini duydum. Sorgulama bitti cevaplarımı alacağım planını yapar iken ‘hayırdır?’ diye ikinci bir soru ile birinci sorusuna cevapsız bıraktığımı hatırladım. Öyle ya benim yolculuğumu değil takip ettiğimiz adamı soruyordu… Fikret! 1.70 boylarında kumral kirli sakallı, eli kanlı katil Fikret… Pardon, sıkıntı yoktu, yolculuk esnasında her hangi biri ile bire bir görüşme yapmadı sadece kısa bir telefon konuşması yaptı ve galiba adres aldı. Neyse izleyelim bakalım şu adamı bizi nereye, kime götürecek… -             Tamam efendim, -             Efendim değil, ya amirim de ya da İskender Bey -             “İskender mi?” desem de buna da şaşırmış olmama kızmış olacak ki yüzünü bana dönüp gözleriyle şaşkınlığımı hem yadırgıyor hem de kızıyordu. Kimliğini gizleyen Hilmi dede oldu mu sana İskender Bey’ dedim kendi kendime… Bakışlarını üzerimden çeksin diye; -             Anlaşıldı, amirim… Bir daha konuşmama müsaade etmeden yarım saati aşkın bir süre oradan oraya dolandık durduk, Kütahya Otogarından Bursa otogarına kadar takip ettiğim adının Fikret olduğunu öğrendiğim adam en son durağımız olan set başında bir evin önünde Beyaz kısa toros araba ile durdu. Beş katlı kırmızı boyalı bir eve giriş yapan adamı artık dışarı da beklemeye başlamıştık… Set başında Kavak ağacına yapılan ışıklandırma sokağı aydınlatır iken binanın hemen sağ tarafındaki çay bahçesi sessizliğini koruyordu… Çay bahçesinin neden bu kadar sessiz olduğunu düşünürken İskender Bey;  ‘Manzara keyfin bittiyse arka tarafı kolaçan et’ komutuyla beni bir kez daha soğuk duş etkisinde bıraktı, tam yönlendirdiği yöne doğru giderken bu sefer, -             Nereye gidiyorsun, acar dedi. Kaş işareti ile arka tarafı işareti etmeme kalmadan ‘yanına birini al birde seninle uğraşmayalım’ diye çıkıştı. Esra… Bir yetmiş boylarında, esmer, kırkına merdiven dayayan bir kadın; kadın ‘sakın İskender Bey’e takılma seni pişirmek istiyor bunu yıllar sonra anlarsın ilk başlarda böyledir’ deyip elini omzuma koyup kendine doğru çekip teselli etmeye çalıştı. Sessizce Esra Hanımı dinler iken bir yandan da etrafı kolaçan ediyordum… Dar sokaklar, her sokağın başında ya da sonunda otopark yerleri, taştan ve bir o kadar da küçük pencereli evler… Suç işlemeye ne kadar da müsait. Suçlulardan ve gecenin pisliğinden bıkmış taş duvarların sanki dili olsa içinde ne gizlediklerini haykıracaklar… On beş, yirmi dakika dolanmadan sonra kavak ağacının tarafa doğru yürümeye başladık,  İskender Bey, sigarasından nefes alırken başı önde sanki toprakla istişare eder gibiydi.  Esra Hanımın ‘amirim’ demesi ile birlikte elindeki sigarasını avucunun içinde korumaya alan İskender Bey, ‘ters bir hareketi oldu mu?’ diye sordu. Esra Hanım biraz muzip bir gülümseme ile ‘yüklenmeyin amirim bu kadar kıza’ diye savunmaya geçti. Esra’nın savunmasını duymazlıktan gelen İskender Bey ‘anlat bakalım seni dinliyorum’ deyip başını tekrar toprağa dikip sigarasından nefes çekmeye devam etti. Sessizliğimi nasıl oluyor da bu kadar çok koruyordum diye kendimle çelişki içinde kalmadan da edemiyordum… Birkaç saat önce bu mezarcı Dede ile çatır çatır laf yetiştirmemiş miydim? ‘Binanın arka kapısı yok amirim, dört tane otopark, iki market bir tane de küçük büfe şeklinde bakkal ayrıca evlerin çatıları birbirine yakın, pencereler arasında bir bağlantı yok. Ama…’ deyip konuşmayı duraksattım gözlerimin içine bakan İskender Bey elindeki sönmekte olan sigaradan son bir nefes daha çekip ayağının altında ezdi ve devam etti -             ama ne acar -             Amirim yukarıda dört tane otopark var, sadece üç tanesi kapalı biri açık, açık olan otopark da tekin olmadığını hissettiğim adam ile göz göze geldik, -             Ne demek göz göze geldim? -             Sokağa yaklaşırken bizi oturduğu yerden önünü kapatan duvara rağmen nasıl fark ettiğini bilmiyorum, köşeye dönerken de arkamızdan otopark’ın kapısının ağzına kadar geldi biz gözden kayboluncaya kadar da kapıdan ayrılmadı, otoparkın kendi bahçesinin içerisini gösteren iki tane kamera mevcut ama sokak girişinde hiçbir işletmenin kamerası yok.  -             Sen nasıl fark ettin sizi izlediğini, -             Esra ile telefonla birbirimizin fotoğrafını çektik, dikkat çekmemek için arada. Sinirli bir şekilde ‘bu işler senin hislerine kalmaz’ şeklinde tepki vermiş olsa da yine de söylediğimi kulak ardı etmediğine o kadar çok emindim ki gözlemi başarı ile yerine getirmiş olmanın verdiği duyguyu ayaklarımın altına alıp; -             Elbette amirim ama şüphe içinde bakmayı ve düşünmeyi öğrettiler ya o yüzden. -             ‘Ne diyor bu kız’ Esra diye yönünü değiştiren İskender Bey, Esra Hanımın cevap vermesini bile beklemeden ‘sen dümdüz yürü, ileride Reno marka beyaz bir araç bekliyor’ deyip elime plakayı tutuşturdu ve ‘sen yürü Esra arkadan gelir’ diye de ekledi. On iki dakikalık yürüyüşten sonra Ankara plakalı aracın yanına varmıştık, araca binmeyi hazırlanırken şoför koltuğundan inen otuz beş yaşlarında sıska bir adam anahtarı elime uzatıp ‘ İskender Bey aracı kullanmanızı emretti benim görevim buraya kadar geri kalan talimatları kendisi bizzat verecekmiş’. Arabanın arka koltuğuna oturmayı planlarken Esra’ya gözlerim kaydı; Esra yapacak bir şey yok dercesine kafasını yana çevirince anahtarı alıp şoför koltuğuna yerleştim. Esra neden, arka koltuğa oturdu ki diye düşünürken telefonum telaşlı telaşlı çalmaya başladı arayan İskender Beydi. -             Efendim amirim, -             Amir yok artık Ne demek amirim yok, görevden mi alındım, ne yaptım? Tabiri caiz ise başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü, sağı solu belli olmayan bu adam beni her an görevden alıp şubeye gönderebilirdi… Art arda sorduğum soruları kızıp ‘acaarrr’ diye çıkıştı ve devam etti; -             İki dakika susup beni dinlersen anlatacağım ayrıca burada soruları ben sorarım ayağını denk al, -             Emredersiniz amirim -             acarrrr! -             Dinlemedeyim, -             Esra nereye gideceğinizi biliyor, adam akıllı üzerini değiştir biraz dinlenip gelin -             Tamamdır, Adam akıllı üzerini değiştir… Ne manidar bir cümle adam akıllı tanımadığım huysuz bir adamın cümlesi ile beynimi yormak istemediğim için Esra’ya; -             Benim kıyafetim de ne var? -             Bir şey yok, İskender Bey senin eşofman takıntını biliyor o yüzden akşam gideceğimiz yere eşofman giyebilirsin. Ayrıca gazete mevzusu var ya bu kıyafet pekte oturmadı sana. Biraz önce sen arabaya gelirken ‘bu kız niye bu kadar ciddi, ben daraldım söyle ona akşam yemeğe eşofman ile gelebilir’ dedi Alınganlık göstermiş sonunu beklemeden fütursuzca hareket etmiş ve İskender Bey’in gözüne diken gibi batmıştım. Adam haklıydı, iki dakika dinlemiş olsam kendimi de bu şekilde rezil etmemiş olacaktım diye iç hesaplaşma yaparken Laçin, aklına birden; -             Yemeğe mi? -             Evet, yarın ki planın detaylarını yemekte konuşacağız, Bütün lokmalarımı sayar gibi bakan adam ile nasıl aynı masada yemek mi yenilir? Anlamıyorum diye geçirmiş olsam da içimden Esra’ya ; ‘ Nerede?’ diye sordum. -             Orası sürpriz işte… Esra uğraşmanın keyfi içerisinde devam etti ; ‘şimdi sana konum atacağım o konuma göre gideceğiz akşamı da orada geçiririz’ -             Tamam Yol boyunca neredeyse hiç konuşmadım ama aklımda kırk tane tilki dolanıyor kırkının da kuyruğu birbirine değmiyordu. O’ adamın her seferinde beni beceriksizmişim gibi muamele yapmasını nasıl, neden katlanıyor idim anlam veremiyordum. Benim gazete ile olan bağımı ne zamandır biliyordu acaba, masada çıkışması, mezar yerinde ki hareketleri bilerek miydi? Akşam yemek yiyecekmişiz onca lafın üzerine yemek nasıl yenilir?  Rahat bile davranamaz iken yemek… Uçurum gibi… Onca düşüncelerin arasından Esra’nın ‘nereye, evi geçtin’ sözüne; -             Ben beceriksiz değilim, -             Tabii ki değilsin, Aptalca düşüncelerimin yüzünden aptalca bir tepki vermiştim Esra’ya kendimi affettirmek istercesine; -             Yol boyunca İskender Bey’i düşündüm Dede… Lakabı Dede’dir… Seni sevdi aslında, bak göreceksin Dede’nin bu hallerini alışırsan çok iyi olur, tamam kabul ediyorum biraz fazla üzerine geliyor olabilir ama bu adamda böyle ne yapacaksın. Hadi şimdi inelim de biran önce hazırlanalım. … Binanın hemen birinci katındaki 3 numaralı iki artı bir eve giriş yaptık, bavulu hemen bir köşeye atıp bilgisayarımı açtım, Esra’nın duştan çıkmasını beklerken şekersiz bir kahve hiç de fena olmazdı… Bilgisayar açılmıştı, ama kayda değer bir mail yoktu… Bir saat oldu, olmadı Esra’nın telefonu çalmaya başladı -             Efendim amirim -             Hemen aşağıya inin -             Emredersiniz, Ne olduğunu anlayamamıştık bile apar topar üzerimizi giyinip aşağıya indik, İskender Bey arabanın içinde sigarasını körüklerken arabanın içi duman altındaydı. Bizi görür görmez ‘nerdesiniz be’ diye çıkıştı ikimizde sessiz kalıp olan biteni anlamaya çalışıyor, Esra ile göz göze geldik.. Çıt bile çıkarmadan ikimizde arabanın arka koltuğuna ilişip İskender Bey’in bir şey demesini bekledik. Sessizliğimiz ne kadar sürmüştü bilmiyorum Esra ; ‘amirim hayırdır gelişme mi oldu?’ diye sordu hiçbir açıklama gereği duymayan Dede lakaplı bu gergin adam ‘ne sabırsınız be, geldik işte’ diye karşılık verdi. Geldik işte dedikten sonra bile beş dakika kadar otopark aradık, arabayı park eder etmez ‘beni takip edin hanımlar’ dedikten sonra İskender Bey önden biz arkadan dar sokaklı karşılıklı lokantaların olduğu, küçük kaldırımlarla döşenmiş bir semte geldik. Sokağın sonuna doğru bir lokantanın dışarısında oturmuş garsonun gelmesini bekliyorduk, kapıdan çıkan garsonu gören İskender Bey ; ‘koçum baksana’ dedi. Elleri önden bağlı saygıyla selamlayan yirmili yaşlarında ki genç ‘buyur ağabey, ne emredersiniz?’ diye sordu. ‘ Halit nerede?’ diye karşılık veren Dede cevabı bile beklemeden hadi sen bize iki tane bir buçuk köfte bir tane de bir porsiyon köfte getir’ dedi. Ne yersiniz diye sorma gereği duymayan İskender Bey bu kızımız çok yemek yiyor diye karşılık verdi. Hiç komik olmamasına rağmen Esra ve İskender Bey eğleniyorlardı. Sessizliğimi koruyup ‘haklısınız amirim’ deyip masada ki menüyü istemsizce incelemeye başladım. Tavır yaptığımı anlayan İskender Bey ‘alışırsın sende alışırsın’ dedi. Gözümün ucuyla baktıktan sonra acı bir gülümseme yerleştirip ‘doğrudur amirim’ dedim… Yemekte iş hiç konuşulmamıştı bile İskender Bey bile isminin ağırlığını, görevin vermiş olduğu o yükü masanın kenarına bırakmış Dede lakabını giyinmişti.  Hep böyle olsa ne olurdu en azından bunun yarısı kadar. Gözleri dolu dolu bütün sevecenliği ile yaklaşıyor anılarını anlatıyordu ona boş yere “dede” demiyorlardı anlaşılan. Yemeklerin üzerine tatlımızı bile karar veren Dede anlatmaya hiç doymuyordu. Meslek icabı konuşurken bile etrafını sürekli kolaçan edip ara ara masaya eğilip kısık sesle anlatmaya devam ediyordu. Alışıyordum… Tatlı ve çay faslı bitmişti Dede ‘hanımlar hadi bakalım bugünlük bu kadar yeter’ şimdi sizi bırakayım siz dinlenin sabah erken hareket etmemiz gerekebilir ona göre telefonlarınız açık ve tetikte olun. İskender Bey’i onaylamış bir şekilde masadan kalkıp arabaya doğru geldiğimiz vaziyet ilerliyorduk ki çalan telefon bizi arabayı çalıştırmadan yakalamayı başarmıştı. İskender Bey karşıdaki kişiye ki kere tamam dedikten sonra bize dikiz aynasından ‘hanımlar maalesef set başına geri dönmek zorundayız’ dedi. Esra ile göz göze geldik hiç konuşmadan olan biteni aklımızda senaryo yazmaya çalışıyorduk senaryoyu ‘sen öne gel acar’ sözü ile yarıda kalmış hemen harekete geçmiştim. Ön tarafa geçmem ile birlikte Dede; ‘sen yorgunsan istersen buradan ayrıl, dünden beri yollardasın bir hata yapma’ dedi. -             Gerek yok amirim iyi hissediyorum kendimi -             Tamam, o zaman Artık bekleme set başında beş katlı kırmızı binanın önünde devam ediyordu. * *** Yeni bir güne Bursa'da gözlerimi açmıştım, bugünde uyandık dünyaya, insanlara olacak olan ve bizi bekleyen bütün sürprizlere... Ne hissettiğimi kestiremeyecek kadar karmaşık duygular, ustasını kaybetmiş çırak misali avare avare düşüncelerim. Ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım sorularını bile soramayacak kadar korkak hissediyorum kendimi. Set başı bana bakıyor ben ona. Bana sorarlarsa ne derim, ‘ben korkak değilim mi?’ yoksa hemen sol tarafımda oturan adamın bir sözünden bile çekindiğimi mi? Yok, yok olmaz...  Ben Laçin ASUTAY’ım… Korkak kelimesi ne karakterime nede mesleğime yakışmıyordu. ‘İyi misin’, acar sözüyle irkilerek bütün düşüncelerimden sıyrılıp İskender Bey’e ‘evet iyiyim amirim’ dedim. İyi o zaman işimize bakalım. Kulaklığa sarılan İskender Bey diğer noktalara ; ‘paketi hazırlayın’  dedi… Saat 05.30 artık kaçağı ve görüşeceği adamı paketlemeye ramak kalmıştı… Bana arabadan ayrılmamamı söyledikten sonra silahını kontrol edip tekrar pantolon kemerine sıkıştırdı. Bu arada Esra arabadan ne zaman inmişti ki? Ben ne ara uyuyup kalmıştım…  İskender Bey siyah beyaz çizgili kendisine bir beden bol gelen gömleği ile salına salına gitti bu rahatlığı yılların vermiş olduğu tecrübe olarak değerlendirirken binaya 15 metre kala silahını belinden tekrar çıkarıp iki eliyle kavzadı ve önü yere gelecek şekilde tutup avına her an saldıracak aslan misali ilerlemeye başladı…  Bende bu arada arabanın yönünü değiştirerek, dikiz aynasından olacakları izlemek üzere takibe başladım… İlk defa bu denli bir operasyonun içinde yer alıyordum Kalp atış hızımı düzenlemek münkün değildi, yıllardır hayalini kurduğum ve hayalini bile gururla taşıdığım…. **** Arabaya neredeyse 20 dakika vardı, İskender’in başına taş düşmüş olacak ki ‘kahveyi hak ettin hadi’ dedi. Hak etmek, hakka talip olmak... Hatırdan sayılan kahveler gelmiş, sigaralar yakılmıştı… İskender Bey artık iş psikolojisini atmış artık dostane yaklaşım sergilemeye başlamıştı… Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra; Bana senin geleceğini ve bu tarz görevlerde seni kullanabileceğimi ve diğer işlerini anlattılar. İlk başlarda kızdım acar muhabirler gibi ortalıklarda dolanırsın zannettim ama beni yanıltmayı başardın,  Teşekkür ederim amirim Masa da konuşmalarına baktım, gayet sessiz sakinsin ve güzel bir izleyicisin tebrik ederim, Sağ olun amirim de peki neden beni ezme derecesine o şekilde terslemelerde bulundunuz, Sabrını ölçmek için, normalde sinirlisin ama güzel tutuyorsun kendin bu da güzel bir şey… sana çaktırmadan işi öğretmeye çalıştım…  Ama iyisin iyi, aferin… Mezarcı Hilmi… İskender Bey ve Dede… Üç değişik karakter… Neyse ki bu görevde üçünü de bir yere toplama şansım olmuştu… Otobüs saati gelmiş hatta iki dakika gecikmişti, beklemeye tahammülü olmayan Dede, firmaya gidip sordu biletimin olmadığını söyleyen görevlinin üzerine bana ters-ters bakan İskender Bey ‘bir bilet almayı beceremedin mi?’ dedi. Biraz önce aferin sözleri ile dört bir yanımı çevreleyen Dede anında yerin yedi kat içinde ölüme terk etmişti… Ne olduğunu anlamaya çalışırken; aradan iki dakika geçti geçmedi telefon çaldı… Laçin ben Tarık, gelmiyor musun? Geleceğim gelmesine de ben geri dönüş bileti almıştım yanlış kesilmiş her halde… Allah – Allah ya… Dur hemen kontrol ediyorum, Tamamdır, Telefonda beklediğim Tarık Bey, sistemlerini kontrol ettikten sonra ‘çok özür dilerim Laçin,ben yanlışlık ile size gidiş bileti kesmişim’ Peki, ne olacak şimdi? Oradaki görevli arkadaşa verir misin? Telefonu görevliye vermemi müsaade etmeyen İskender Bey çatık kaşları ile ‘kapat şu telefonu’ diye çıkıştı. Hiç sesimi çıkarmadan telefonu kapatıp kabuğuma çekilip beklemeye başladım. Tarık… Otogarda sürekli gidiş gelişlerimde bir telefon ile bilet işlerini halleden bir altmış boylarında kır saçlı babacan, İskender Bey’in deyimi ile dikkat etmem gereken adam… İskender Bey bilet olayını bertaraf edip on dakikalık bekleyiş ile birlikte beni yolcu etmek için otobüsün yanına geldi ve kırdığı kalbi tamir edercesine “ kusura bakma ama benim ani çıkışlarıma alışman lazım bakma takılma sen bana, tamam mı?” dedi, “Eyvallah amirim, eyvallah” cümlesi ile yetindiğim konuşmada kalbim kırık olmasına müsaade etmeyecek kadar direnmiş olsam da bayan olma özelliğimi kaldırıp atamıyordum. Yapabildiğim tek şey gözyaşlarımı durdurup var gücümle dudaklarımı kemirmek oluyordu… Hiç bir şey olmamış edası ile otobüse bindim yerimi aldım ve Tarık Bey’i aradım… Özür dilerim telefonu kapatmam gerekiyordu. Estağfurullah asıl ben özür dilerim fark edemedim böyle bir hatayı da nasıl yaptım anlayamadım ama üzülme telefi ederiz. Önemli değil, halloldu ya Tamam, bakalım akşam çayımı içmeden gitme, Orada mısınız? Evet, sabaha kadar buradayım. Tamamdır, Telefonu kapatıp artık yolcuğun keyfini çıkarma zamanı… ***… İki haftalık bir aradan sonra tekrar bir görev için çantamı hazırlayıp yola çıktım… Fakat içimde tarif edemediğim bir sıkıntı ile karşı karşıyaydım. İskender Bey’in referansı ile girdiğim toplantıyı dinliyor ve konuşmaları not alıyordum amacım toplantı sonrası idi ama ondan önce ön bir hazırlık yapıp muhatabımı ona göre çevrelemem gerekiyordu...  Yaklaşık bir saatten fazla süren toplantıdan sonra Ramazan Beyin yanına gittim, Merhaba beyefendi, Asmalı ya gideceğim ama Ahmet olmazsa bırakır mısınız? Tabi ki de ama on dakika bekleteceğim bir görüşmem var, Tamam, ben bekleme salonunda sizi bekliyorum o zaman, Peki, Bekleme salonuna gidip Ramazan Bey’i görebileceğim açıya oturup onu izlemeye başladım. Hararetli bir konuşma geçtiği el hareketlerinden ve yüz ifadesinden net bir şekilde belli oluyordu. Anlaşmaya varamamış olacak ki hiddetli bir şekilde yerinden kalktı, karşısında ki adam inatçıydı ayaküstü bir şeyler söyleyip tekrardan Ramazan Bey’i koltuğuna oturttu… On dakikalık görüşme gecikince İskender Bey dayanamamış olacak ki aradı Laçin,ne durumdasın, Amirim şuan görüşmede toplantıda mısınız? Hayır, toplantı biteli on beş dakika kadar oldu fakat başka biri ile görüşüyor ve hararetli bir görüşme, Fotoğraf atabilir misin? Deniyorum amirim Hadi göreyim seni, Koltuğumun yerini değiştirip öz çekim yapıyormuş gibi yapıp adamın fotoğrafını birkaç kare ile aldım ve İskender Bey’e attım… Nihayet kalkmışlardı ve Ramazan Bey ‘hadi’ anlamını taşıyan işareti ile yanına gittim Kusura bakmayı sizi beklettim ama Estağfurullah olur mu öyle şey, Gidebiliriz şimdi, Ramazan bey’in hemen yanına oturmuştum, şoförüne:  İhsan önce hanım efendiye asmalıya bırakacağız, dedi, komutu alan şoför hareket etmişti bunun üzerine hemen telefonumu çıkarıp İskender Bey’ e hareket ettik yazdım, cevap ‘ takipteyim rahat ol’ şeklinde hemen gelmişti, Telefonu çantama koymam ile birlikte Ramazan Bey’in soruları da başlamıştı, Affedersiniz ama ben sizi toplantı da ilk defa görüyorum. Kimin yerine katıldınız, Davut beyin yerine efendim, Daha önce neredeydin bu işlerle mi uğraşıyorsun, Hayır, ilk deneyimim ben Finans sorumlusuyum sadece ilk ve son olmak üzere bir kereliğine finans – kriz yönetimi için katılmak zorunda kaldım, fakat sizi tanıdığıma sevindim Ramazan Bey, Teşekkür ederim Laçin Hanım, Ramazan Bey’in kafasını çevirmesi ile izleme cipini koltuğun arasına yerleştirmem bir olmuştu ama bilmediğim bir suçlanma ve rahatsızlık beni sarmıştı… Kırk beş dakikalık yolculuktan sonra müsaade isteyip indim… Ramazan Bey, benim evime girmemi bekliyordu, anlamıştım. Giriş kapısı açık bir apartman bulup hemen içeri girdim ve gitmesini beklemeye başladım, iki dakika geçti geçmedi İskender Bey, ‘çıkabilirsin, gittiler’ dedi… Arabaya biner binmez İskender Bey, bilgisayarı kucağıma verip ‘ başla bakalım’ dedi. Artık bundan sonrası bilgisayar üzerinden izleyip sadece bilgi vermekti fakat neden bilmem huzursuzluğum hala devam ediyordu… Bilmediğim duvarlar ile etrafım çevrili beynim hiç olmadığı kadar yorgundu… Saat 01:17, İskender Bey: Laçin,  toplan gidiyorsun, Nereye, Sen evine Siz Benim az bir işim kaldı Tamam amirim… Saat 01.41 civarıydı, takip halinde olduğumuz adam izimi bulmuş karşıma çıkmıştı, kapana kısılmış aslan gibi çareler arasam da kaçışım yoktu… Adam bütün heybetini takınmış karşımda otobüsün gitmesini bekliyordu… Kimseye bir şey diyecek durumda değildim. Görevimi yarım bırakmamın huzursuzluğu içinde adamın gözlerine baktım, artık sancılı bir kör kurşuna hedef olacak kadar adama yakındım… Ölmek çare değildi, öldürmekte ama bazen de ölmek dışında bir şeyin gelmediği şu zamanlar neyin uğruna öldüğünü bilmek en şeref vericiydi… Kaçanların, kaçışların adresi olan otogar son durak olmuştu hâlbuki başlangıç için ilk durak da otogar değil miydi? Sessizlik, bütün fırtınalar sessizlik öncesi kopmaz mı? Kurşun izi elde kan kokusunu bırakacak ve yepyeni başlangıçlara imza atacaktı…      … Vurulmuştum, kaç gün yoğum bakımda sessiz sedasız kaldım hatırlamıyorum bile…  Göz kapaklarımın arasından dedemi göz ucuyla seçer gibi oldum. Sonra ne olduysa tekrardan uyumuş kalmıştım. Dışarıdan bir ses; ‘ daha uyanalı birkaç saat oldu, yorgun hala. Dinlenmeye ihtiyacı var, bırakın dinlensin biraz’ diyordu…  *** Kurşun… hem haber vermeden, veda bile edemeden kurşunlara yenilmekte neyin nesi zaten bu ayrılık yaman gelirdi…  Ayrılık… Sahi kiminle vedalaşmak istiyordum… Babam… Annem… Kardeşlerim… Kimim vardı, benim? Öğrenmişler miydi? Ben kaç gündür bu şekilde yatıyorum…   (bir iki haftadır sizlerle beraber kısa bir hikâye okumuş olduk. Baş karakteri Laçin ASUTAY olan “Acar mı ajan mı? (Dede)” adlı kitabımı en kısa zamanda siz okuyucularımla kavuşturmak istiyorum… Yüreğimizde ki vatan aşkını gelecek nesillere öğretecek bir eser olur duasıyla… Aziz kalın…
Ekleme Tarihi: 09 Ağustos 2024 - Cuma

LAÇİN ASUTAY -3 (Her son zannettiğimiz yeni bir başlangıçtır)

Otobüsün hemen yüz, yüz elli metre karşıda bekleyen arabaya yöneldim, arabanın şoför koltuğunda kırklı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir bayan oturuyordu, arka koltuğa baktım fakat camlar filmli olduğu için bir şey görünmüyordu… Çantamı bagaja koyup ön tarafa geçtim…

Bütün şüphelerimi, dikkatimi çeken sakallı adam, Hilmi ÇETİN, namı değer mezar bakımcısı… Bütün ciddiyeti ile arabanın içerisinde kahverengi deri ceketi ile oturuyordu. Şoku üzerimden atamadan ‘siz, ama siz’ diye karşılık verdiğim saatler öncesinden yanında olduğum adam şaşkınlığımı mazur göremeden ‘sus da işimize bakalım’ diye karşılık verince arabanın arka koltuğunda pusup öylece kalmıştım… Niye en başından beri gizledi diye düşünürken; ‘yolculuk nasıldı’ sorusu ile tekrardan sesini duydum. Sorgulama bitti cevaplarımı alacağım planını yapar iken ‘hayırdır?’ diye ikinci bir soru ile birinci sorusuna cevapsız bıraktığımı hatırladım. Öyle ya benim yolculuğumu değil takip ettiğimiz adamı soruyordu… Fikret! 1.70 boylarında kumral kirli sakallı, eli kanlı katil Fikret…

Pardon, sıkıntı yoktu, yolculuk esnasında her hangi biri ile bire bir görüşme yapmadı sadece kısa bir telefon konuşması yaptı ve galiba adres aldı.

Neyse izleyelim bakalım şu adamı bizi nereye, kime götürecek…

-             Tamam efendim,

-             Efendim değil, ya amirim de ya da İskender Bey

-             “İskender mi?” desem de buna da şaşırmış olmama kızmış olacak ki yüzünü bana dönüp gözleriyle şaşkınlığımı hem yadırgıyor hem de kızıyordu. Kimliğini gizleyen Hilmi dede oldu mu sana İskender Bey’ dedim kendi kendime… Bakışlarını üzerimden çeksin diye;

-             Anlaşıldı, amirim…

Bir daha konuşmama müsaade etmeden yarım saati aşkın bir süre oradan oraya dolandık durduk, Kütahya Otogarından Bursa otogarına kadar takip ettiğim adının Fikret olduğunu öğrendiğim adam en son durağımız olan set başında bir evin önünde Beyaz kısa toros araba ile durdu. Beş katlı kırmızı boyalı bir eve giriş yapan adamı artık dışarı da beklemeye başlamıştık… Set başında Kavak ağacına yapılan ışıklandırma sokağı aydınlatır iken binanın hemen sağ tarafındaki çay bahçesi sessizliğini koruyordu… Çay bahçesinin neden bu kadar sessiz olduğunu düşünürken İskender Bey;  ‘Manzara keyfin bittiyse arka tarafı kolaçan et’ komutuyla beni bir kez daha soğuk duş etkisinde bıraktı, tam yönlendirdiği yöne doğru giderken bu sefer,

-             Nereye gidiyorsun, acar dedi. Kaş işareti ile arka tarafı işareti etmeme kalmadan

‘yanına birini al birde seninle uğraşmayalım’ diye çıkıştı.

Esra… Bir yetmiş boylarında, esmer, kırkına merdiven dayayan bir kadın; kadın ‘sakın İskender Bey’e takılma seni pişirmek istiyor bunu yıllar sonra anlarsın ilk başlarda böyledir’ deyip elini omzuma koyup kendine doğru çekip teselli etmeye çalıştı. Sessizce Esra Hanımı dinler iken bir yandan da etrafı kolaçan ediyordum… Dar sokaklar, her sokağın başında ya da sonunda otopark yerleri, taştan ve bir o kadar da küçük pencereli evler… Suç işlemeye ne kadar da müsait. Suçlulardan ve gecenin pisliğinden bıkmış taş duvarların sanki dili olsa içinde ne gizlediklerini haykıracaklar… On beş, yirmi dakika dolanmadan sonra kavak ağacının tarafa doğru yürümeye başladık,

 İskender Bey, sigarasından nefes alırken başı önde sanki toprakla istişare eder gibiydi.  Esra Hanımın ‘amirim’ demesi ile birlikte elindeki sigarasını avucunun içinde korumaya alan İskender Bey, ‘ters bir hareketi oldu mu?’ diye sordu. Esra Hanım biraz muzip bir gülümseme ile ‘yüklenmeyin amirim bu kadar kıza’ diye savunmaya geçti. Esra’nın savunmasını duymazlıktan gelen İskender Bey ‘anlat bakalım seni dinliyorum’ deyip başını tekrar toprağa dikip sigarasından nefes çekmeye devam etti. Sessizliğimi nasıl oluyor da bu kadar çok koruyordum diye kendimle çelişki içinde kalmadan da edemiyordum… Birkaç saat önce bu mezarcı Dede ile çatır çatır laf yetiştirmemiş miydim?

‘Binanın arka kapısı yok amirim, dört tane otopark, iki market bir tane de küçük büfe şeklinde bakkal ayrıca evlerin çatıları birbirine yakın, pencereler arasında bir bağlantı yok. Ama…’ deyip konuşmayı duraksattım gözlerimin içine bakan İskender Bey elindeki sönmekte olan sigaradan son bir nefes daha çekip ayağının altında ezdi ve devam etti

-             ama ne acar

-             Amirim yukarıda dört tane otopark var, sadece üç tanesi kapalı biri açık, açık olan otopark da tekin olmadığını hissettiğim adam ile göz göze geldik,

-             Ne demek göz göze geldim?

-             Sokağa yaklaşırken bizi oturduğu yerden önünü kapatan duvara rağmen nasıl fark ettiğini bilmiyorum, köşeye dönerken de arkamızdan otopark’ın kapısının ağzına kadar geldi biz gözden kayboluncaya kadar da kapıdan ayrılmadı, otoparkın kendi bahçesinin içerisini gösteren iki tane kamera mevcut ama sokak girişinde hiçbir işletmenin kamerası yok. 

-             Sen nasıl fark ettin sizi izlediğini,

-             Esra ile telefonla birbirimizin fotoğrafını çektik, dikkat çekmemek için arada.

Sinirli bir şekilde ‘bu işler senin hislerine kalmaz’ şeklinde tepki vermiş olsa da yine de söylediğimi kulak ardı etmediğine o kadar çok emindim ki gözlemi başarı ile yerine getirmiş olmanın verdiği duyguyu ayaklarımın altına alıp;

-             Elbette amirim ama şüphe içinde bakmayı ve düşünmeyi öğrettiler ya o yüzden.

-             ‘Ne diyor bu kız’ Esra diye yönünü değiştiren İskender Bey, Esra Hanımın cevap vermesini bile beklemeden ‘sen dümdüz yürü, ileride Reno marka beyaz bir araç bekliyor’ deyip elime plakayı tutuşturdu ve ‘sen yürü Esra arkadan gelir’ diye de ekledi.

On iki dakikalık yürüyüşten sonra Ankara plakalı aracın yanına varmıştık, araca binmeyi hazırlanırken şoför koltuğundan inen otuz beş yaşlarında sıska bir adam anahtarı elime uzatıp ‘ İskender Bey aracı kullanmanızı emretti benim görevim buraya kadar geri kalan talimatları kendisi bizzat verecekmiş’. Arabanın arka koltuğuna oturmayı planlarken Esra’ya gözlerim kaydı; Esra yapacak bir şey yok dercesine kafasını yana çevirince anahtarı alıp şoför koltuğuna yerleştim.

Esra neden, arka koltuğa oturdu ki diye düşünürken telefonum telaşlı telaşlı çalmaya başladı arayan İskender Beydi.

-             Efendim amirim,

-             Amir yok artık

Ne demek amirim yok, görevden mi alındım, ne yaptım? Tabiri caiz ise başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü, sağı solu belli olmayan bu adam beni her an görevden alıp şubeye gönderebilirdi… Art arda sorduğum soruları kızıp ‘acaarrr’ diye çıkıştı ve devam etti;

-             İki dakika susup beni dinlersen anlatacağım ayrıca burada soruları ben sorarım ayağını denk al,

-             Emredersiniz amirim

-             acarrrr!

-             Dinlemedeyim,

-             Esra nereye gideceğinizi biliyor, adam akıllı üzerini değiştir biraz dinlenip gelin

-             Tamamdır,

Adam akıllı üzerini değiştir… Ne manidar bir cümle adam akıllı tanımadığım huysuz bir adamın cümlesi ile beynimi yormak istemediğim için Esra’ya;

-             Benim kıyafetim de ne var?

-             Bir şey yok, İskender Bey senin eşofman takıntını biliyor o yüzden akşam gideceğimiz yere eşofman giyebilirsin. Ayrıca gazete mevzusu var ya bu kıyafet pekte oturmadı sana. Biraz önce sen arabaya gelirken ‘bu kız niye bu kadar ciddi, ben daraldım söyle ona akşam yemeğe eşofman ile gelebilir’ dedi

Alınganlık göstermiş sonunu beklemeden fütursuzca hareket etmiş ve İskender Bey’in gözüne diken gibi batmıştım. Adam haklıydı, iki dakika dinlemiş olsam kendimi de bu şekilde rezil etmemiş olacaktım diye iç hesaplaşma yaparken Laçin, aklına birden;

-             Yemeğe mi?

-             Evet, yarın ki planın detaylarını yemekte konuşacağız,

Bütün lokmalarımı sayar gibi bakan adam ile nasıl aynı masada yemek mi yenilir? Anlamıyorum diye geçirmiş olsam da içimden Esra’ya ; ‘ Nerede?’ diye sordum.

-             Orası sürpriz işte… Esra uğraşmanın keyfi içerisinde devam etti ; ‘şimdi sana konum atacağım o konuma göre gideceğiz akşamı da orada geçiririz’

-             Tamam

Yol boyunca neredeyse hiç konuşmadım ama aklımda kırk tane tilki dolanıyor kırkının da kuyruğu birbirine değmiyordu. O’ adamın her seferinde beni beceriksizmişim gibi muamele yapmasını nasıl, neden katlanıyor idim anlam veremiyordum. Benim gazete ile olan bağımı ne zamandır biliyordu acaba, masada çıkışması, mezar yerinde ki hareketleri bilerek miydi? Akşam yemek yiyecekmişiz onca lafın üzerine yemek nasıl yenilir?  Rahat bile davranamaz iken yemek… Uçurum gibi…

Onca düşüncelerin arasından Esra’nın ‘nereye, evi geçtin’ sözüne;

-             Ben beceriksiz değilim,

-             Tabii ki değilsin,

Aptalca düşüncelerimin yüzünden aptalca bir tepki vermiştim Esra’ya kendimi affettirmek istercesine;

-             Yol boyunca İskender Bey’i düşündüm

Dede… Lakabı Dede’dir… Seni sevdi aslında, bak göreceksin Dede’nin bu hallerini alışırsan çok iyi olur, tamam kabul ediyorum biraz fazla üzerine geliyor olabilir ama bu adamda böyle ne yapacaksın. Hadi şimdi inelim de biran önce hazırlanalım.

… Binanın hemen birinci katındaki 3 numaralı iki artı bir eve giriş yaptık, bavulu hemen bir köşeye atıp bilgisayarımı açtım, Esra’nın duştan çıkmasını beklerken şekersiz bir kahve hiç de fena olmazdı… Bilgisayar açılmıştı, ama kayda değer bir mail yoktu…

Bir saat oldu, olmadı Esra’nın telefonu çalmaya başladı

-             Efendim amirim

-             Hemen aşağıya inin

-             Emredersiniz,

Ne olduğunu anlayamamıştık bile apar topar üzerimizi giyinip aşağıya indik, İskender Bey arabanın içinde sigarasını körüklerken arabanın içi duman altındaydı. Bizi görür görmez ‘nerdesiniz be’ diye çıkıştı ikimizde sessiz kalıp olan biteni anlamaya çalışıyor, Esra ile göz göze geldik..

Çıt bile çıkarmadan ikimizde arabanın arka koltuğuna ilişip İskender Bey’in bir şey demesini bekledik. Sessizliğimiz ne kadar sürmüştü bilmiyorum Esra ; ‘amirim hayırdır gelişme mi oldu?’ diye sordu hiçbir açıklama gereği duymayan Dede lakaplı bu gergin adam ‘ne sabırsınız be, geldik işte’ diye karşılık verdi. Geldik işte dedikten sonra bile beş dakika kadar otopark aradık, arabayı park eder etmez ‘beni takip edin hanımlar’ dedikten sonra İskender Bey önden biz arkadan dar sokaklı karşılıklı lokantaların olduğu, küçük kaldırımlarla döşenmiş bir semte geldik. Sokağın sonuna doğru bir lokantanın dışarısında oturmuş garsonun gelmesini bekliyorduk, kapıdan çıkan garsonu gören İskender Bey ; ‘koçum baksana’ dedi. Elleri önden bağlı saygıyla selamlayan yirmili yaşlarında ki genç ‘buyur ağabey, ne emredersiniz?’ diye sordu. ‘ Halit nerede?’ diye karşılık veren Dede cevabı bile beklemeden hadi sen bize iki tane bir buçuk köfte bir tane de bir porsiyon köfte getir’ dedi. Ne yersiniz diye sorma gereği duymayan İskender Bey bu kızımız çok yemek yiyor diye karşılık verdi. Hiç komik olmamasına rağmen Esra ve İskender Bey eğleniyorlardı. Sessizliğimi koruyup ‘haklısınız amirim’ deyip masada ki menüyü istemsizce incelemeye başladım. Tavır yaptığımı anlayan İskender Bey ‘alışırsın sende alışırsın’ dedi. Gözümün ucuyla baktıktan sonra acı bir gülümseme yerleştirip ‘doğrudur amirim’ dedim…

Yemekte iş hiç konuşulmamıştı bile İskender Bey bile isminin ağırlığını, görevin vermiş olduğu o yükü masanın kenarına bırakmış Dede lakabını giyinmişti.  Hep böyle olsa ne olurdu en azından bunun yarısı kadar. Gözleri dolu dolu bütün sevecenliği ile yaklaşıyor anılarını anlatıyordu ona boş yere “dede” demiyorlardı anlaşılan. Yemeklerin üzerine tatlımızı bile karar veren Dede anlatmaya hiç doymuyordu. Meslek icabı konuşurken bile etrafını sürekli kolaçan edip ara ara masaya eğilip kısık sesle anlatmaya devam ediyordu.

Alışıyordum…

Tatlı ve çay faslı bitmişti Dede ‘hanımlar hadi bakalım bugünlük bu kadar yeter’ şimdi sizi bırakayım siz dinlenin sabah erken hareket etmemiz gerekebilir ona göre telefonlarınız açık ve tetikte olun. İskender Bey’i onaylamış bir şekilde masadan kalkıp arabaya doğru geldiğimiz vaziyet ilerliyorduk ki çalan telefon bizi arabayı çalıştırmadan yakalamayı başarmıştı. İskender Bey karşıdaki kişiye ki kere tamam dedikten sonra bize dikiz aynasından ‘hanımlar maalesef set başına geri dönmek zorundayız’ dedi. Esra ile göz göze geldik hiç konuşmadan olan biteni aklımızda senaryo yazmaya çalışıyorduk senaryoyu ‘sen öne gel acar’ sözü ile yarıda kalmış hemen harekete geçmiştim. Ön tarafa geçmem ile birlikte Dede; ‘sen yorgunsan istersen buradan ayrıl, dünden beri yollardasın bir hata yapma’ dedi.

-             Gerek yok amirim iyi hissediyorum kendimi

-             Tamam, o zaman

Artık bekleme set başında beş katlı kırmızı binanın önünde devam ediyordu.

*

***

Yeni bir güne Bursa'da gözlerimi açmıştım, bugünde uyandık dünyaya, insanlara olacak olan ve bizi bekleyen bütün sürprizlere... Ne hissettiğimi kestiremeyecek kadar karmaşık duygular, ustasını kaybetmiş çırak misali avare avare düşüncelerim. Ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım sorularını bile soramayacak kadar korkak hissediyorum kendimi. Set başı bana bakıyor ben ona. Bana sorarlarsa ne derim, ‘ben korkak değilim mi?’ yoksa hemen sol tarafımda oturan adamın bir sözünden bile çekindiğimi mi? Yok, yok olmaz...  Ben Laçin ASUTAY’ım… Korkak kelimesi ne karakterime nede mesleğime yakışmıyordu.

‘İyi misin’, acar sözüyle irkilerek bütün düşüncelerimden sıyrılıp İskender Bey’e ‘evet iyiyim amirim’ dedim.

İyi o zaman işimize bakalım. Kulaklığa sarılan İskender Bey diğer noktalara ; ‘paketi hazırlayın’  dedi… Saat 05.30 artık kaçağı ve görüşeceği adamı paketlemeye ramak kalmıştı… Bana arabadan ayrılmamamı söyledikten sonra silahını kontrol edip tekrar pantolon kemerine sıkıştırdı. Bu arada Esra arabadan ne zaman inmişti ki? Ben ne ara uyuyup kalmıştım…

 İskender Bey siyah beyaz çizgili kendisine bir beden bol gelen gömleği ile salına salına gitti bu rahatlığı yılların vermiş olduğu tecrübe olarak değerlendirirken binaya 15 metre kala silahını belinden tekrar çıkarıp iki eliyle kavzadı ve önü yere gelecek şekilde tutup avına her an saldıracak aslan misali ilerlemeye başladı…

 Bende bu arada arabanın yönünü değiştirerek, dikiz aynasından olacakları izlemek üzere takibe başladım… İlk defa bu denli bir operasyonun içinde yer alıyordum Kalp atış hızımı düzenlemek münkün değildi, yıllardır hayalini kurduğum ve hayalini bile gururla taşıdığım….

****

Arabaya neredeyse 20 dakika vardı, İskender’in başına taş düşmüş olacak ki ‘kahveyi hak ettin hadi’ dedi. Hak etmek, hakka talip olmak... Hatırdan sayılan kahveler gelmiş, sigaralar yakılmıştı… İskender Bey artık iş psikolojisini atmış artık dostane yaklaşım sergilemeye başlamıştı… Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra;

  • Bana senin geleceğini ve bu tarz görevlerde seni kullanabileceğimi ve diğer işlerini anlattılar. İlk başlarda kızdım acar muhabirler gibi ortalıklarda dolanırsın zannettim ama beni yanıltmayı başardın,
  •  Teşekkür ederim amirim
  • Masa da konuşmalarına baktım, gayet sessiz sakinsin ve güzel bir izleyicisin tebrik ederim,
  • Sağ olun amirim de peki neden beni ezme derecesine o şekilde terslemelerde bulundunuz,
  • Sabrını ölçmek için, normalde sinirlisin ama güzel tutuyorsun kendin bu da güzel bir şey…
  • sana çaktırmadan işi öğretmeye çalıştım…  Ama iyisin iyi, aferin…

Mezarcı Hilmi… İskender Bey ve Dede… Üç değişik karakter… Neyse ki bu görevde üçünü de bir yere toplama şansım olmuştu…

Otobüs saati gelmiş hatta iki dakika gecikmişti, beklemeye tahammülü olmayan Dede, firmaya gidip sordu biletimin olmadığını söyleyen görevlinin üzerine bana ters-ters bakan İskender Bey ‘bir bilet almayı beceremedin mi?’ dedi. Biraz önce aferin sözleri ile dört bir yanımı çevreleyen Dede anında yerin yedi kat içinde ölüme terk etmişti… Ne olduğunu anlamaya çalışırken; aradan iki dakika geçti geçmedi telefon çaldı…

Laçin ben Tarık, gelmiyor musun?

  • Geleceğim gelmesine de ben geri dönüş bileti almıştım yanlış kesilmiş her halde…
  • Allah – Allah ya… Dur hemen kontrol ediyorum,
  • Tamamdır,

Telefonda beklediğim Tarık Bey, sistemlerini kontrol ettikten sonra ‘çok özür dilerim Laçin,ben yanlışlık ile size gidiş bileti kesmişim’

  • Peki, ne olacak şimdi?
  • Oradaki görevli arkadaşa verir misin?

Telefonu görevliye vermemi müsaade etmeyen İskender Bey çatık kaşları ile ‘kapat şu telefonu’ diye çıkıştı. Hiç sesimi çıkarmadan telefonu kapatıp kabuğuma çekilip beklemeye başladım.

Tarık… Otogarda sürekli gidiş gelişlerimde bir telefon ile bilet işlerini halleden bir altmış boylarında kır saçlı babacan, İskender Bey’in deyimi ile dikkat etmem gereken adam…

İskender Bey bilet olayını bertaraf edip on dakikalık bekleyiş ile birlikte beni yolcu etmek için otobüsün yanına geldi ve kırdığı kalbi tamir edercesine “ kusura bakma ama benim ani çıkışlarıma alışman lazım bakma takılma sen bana, tamam mı?” dedi,

“Eyvallah amirim, eyvallah” cümlesi ile yetindiğim konuşmada kalbim kırık olmasına müsaade etmeyecek kadar direnmiş olsam da bayan olma özelliğimi kaldırıp atamıyordum. Yapabildiğim tek şey gözyaşlarımı durdurup var gücümle dudaklarımı kemirmek oluyordu… Hiç bir şey olmamış edası ile otobüse bindim yerimi aldım ve Tarık Bey’i aradım…

Özür dilerim telefonu kapatmam gerekiyordu. Estağfurullah asıl ben özür dilerim fark edemedim böyle bir hatayı da nasıl yaptım anlayamadım ama üzülme telefi ederiz.

Önemli değil, halloldu ya

Tamam, bakalım akşam çayımı içmeden gitme,

Orada mısınız?

Evet, sabaha kadar buradayım.

Tamamdır,

Telefonu kapatıp artık yolcuğun keyfini çıkarma zamanı…

***…

İki haftalık bir aradan sonra tekrar bir görev için çantamı hazırlayıp yola çıktım… Fakat içimde tarif edemediğim bir sıkıntı ile karşı karşıyaydım.

İskender Bey’in referansı ile girdiğim toplantıyı dinliyor ve konuşmaları not alıyordum amacım toplantı sonrası idi ama ondan önce ön bir hazırlık yapıp muhatabımı ona göre çevrelemem gerekiyordu... 

Yaklaşık bir saatten fazla süren toplantıdan sonra Ramazan Beyin yanına gittim,

Merhaba beyefendi,

Asmalı ya gideceğim ama Ahmet olmazsa bırakır mısınız?

Tabi ki de ama on dakika bekleteceğim bir görüşmem var,

Tamam, ben bekleme salonunda sizi bekliyorum o zaman,

Peki,

Bekleme salonuna gidip Ramazan Bey’i görebileceğim açıya oturup onu izlemeye başladım. Hararetli bir konuşma geçtiği el hareketlerinden ve yüz ifadesinden net bir şekilde belli oluyordu. Anlaşmaya varamamış olacak ki hiddetli bir şekilde yerinden kalktı, karşısında ki adam inatçıydı ayaküstü bir şeyler söyleyip tekrardan Ramazan Bey’i koltuğuna oturttu…

On dakikalık görüşme gecikince İskender Bey dayanamamış olacak ki aradı

Laçin,ne durumdasın,

Amirim şuan görüşmede toplantıda mısınız?

Hayır, toplantı biteli on beş dakika kadar oldu fakat başka biri ile görüşüyor ve hararetli bir görüşme,

Fotoğraf atabilir misin?

Deniyorum amirim

Hadi göreyim seni,

Koltuğumun yerini değiştirip öz çekim yapıyormuş gibi yapıp adamın fotoğrafını birkaç kare ile aldım ve İskender Bey’e attım…

Nihayet kalkmışlardı ve Ramazan Bey ‘hadi’ anlamını taşıyan işareti ile yanına gittim

Kusura bakmayı sizi beklettim ama

Estağfurullah olur mu öyle şey,

Gidebiliriz şimdi,

Ramazan bey’in hemen yanına oturmuştum, şoförüne:

 İhsan önce hanım efendiye asmalıya bırakacağız, dedi, komutu alan şoför hareket etmişti bunun üzerine hemen telefonumu çıkarıp İskender Bey’ e hareket ettik yazdım, cevap ‘ takipteyim rahat ol’ şeklinde hemen gelmişti,

Telefonu çantama koymam ile birlikte Ramazan Bey’in soruları da başlamıştı,

Affedersiniz ama ben sizi toplantı da ilk defa görüyorum. Kimin yerine katıldınız,

Davut beyin yerine efendim,

Daha önce neredeydin bu işlerle mi uğraşıyorsun,

Hayır, ilk deneyimim ben Finans sorumlusuyum sadece ilk ve son olmak üzere bir kereliğine finans – kriz yönetimi için katılmak zorunda kaldım, fakat sizi tanıdığıma sevindim Ramazan Bey,

Teşekkür ederim Laçin Hanım,

Ramazan Bey’in kafasını çevirmesi ile izleme cipini koltuğun arasına yerleştirmem bir olmuştu ama bilmediğim bir suçlanma ve rahatsızlık beni sarmıştı… Kırk beş dakikalık yolculuktan sonra müsaade isteyip indim… Ramazan Bey, benim evime girmemi bekliyordu, anlamıştım. Giriş kapısı açık bir apartman bulup hemen içeri girdim ve gitmesini beklemeye başladım, iki dakika geçti geçmedi İskender Bey, ‘çıkabilirsin, gittiler’ dedi…

Arabaya biner binmez İskender Bey, bilgisayarı kucağıma verip ‘ başla bakalım’ dedi. Artık bundan sonrası bilgisayar üzerinden izleyip sadece bilgi vermekti fakat neden bilmem huzursuzluğum hala devam ediyordu… Bilmediğim duvarlar ile etrafım çevrili beynim hiç olmadığı kadar yorgundu…

Saat 01:17, İskender Bey:

Laçin,  toplan gidiyorsun,

Nereye,

Sen evine

Siz

Benim az bir işim kaldı

Tamam amirim…

Saat 01.41 civarıydı, takip halinde olduğumuz adam izimi bulmuş karşıma çıkmıştı, kapana kısılmış aslan gibi çareler arasam da kaçışım yoktu… Adam bütün heybetini takınmış karşımda otobüsün gitmesini bekliyordu… Kimseye bir şey diyecek durumda değildim. Görevimi yarım bırakmamın huzursuzluğu içinde adamın gözlerine baktım, artık sancılı bir kör kurşuna hedef olacak kadar adama yakındım… Ölmek çare değildi, öldürmekte ama bazen de ölmek dışında bir şeyin gelmediği şu zamanlar neyin uğruna öldüğünü bilmek en şeref vericiydi… Kaçanların, kaçışların adresi olan otogar son durak olmuştu hâlbuki başlangıç için ilk durak da otogar değil miydi?

Sessizlik, bütün fırtınalar sessizlik öncesi kopmaz mı? Kurşun izi elde kan kokusunu bırakacak ve yepyeni başlangıçlara imza atacaktı…  

  

… Vurulmuştum, kaç gün yoğum bakımda sessiz sedasız kaldım hatırlamıyorum bile… 

Göz kapaklarımın arasından dedemi göz ucuyla seçer gibi oldum. Sonra ne olduysa tekrardan uyumuş kalmıştım. Dışarıdan bir ses; ‘ daha uyanalı birkaç saat oldu, yorgun hala. Dinlenmeye ihtiyacı var, bırakın dinlensin biraz’ diyordu… 

***

Kurşun… hem haber vermeden, veda bile edemeden kurşunlara yenilmekte neyin nesi zaten bu ayrılık yaman gelirdi…  Ayrılık… Sahi kiminle vedalaşmak istiyordum… Babam… Annem… Kardeşlerim… Kimim vardı, benim? Öğrenmişler miydi? Ben kaç gündür bu şekilde yatıyorum…

 

(bir iki haftadır sizlerle beraber kısa bir hikâye okumuş olduk. Baş karakteri Laçin ASUTAY olan “Acar mı ajan mı? (Dede)” adlı kitabımı en kısa zamanda siz okuyucularımla kavuşturmak istiyorum… Yüreğimizde ki vatan aşkını gelecek nesillere öğretecek bir eser olur duasıyla…

Aziz kalın…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
islami sohbetler sohbet elektronik sigara omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet baskılı poşet baskılı poşet emlak seviye 5 mutfak lavabo tıkanıklığı açma özellikleri su böreği sipariş galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı dijital pazarlama ajansı