Yar dediğin yaraymış, beli kambur insanmış...
Bugün var yarın kayıpmış.
Sevmenin adı konmamış, bir çift göz, sandık dolusu söz gizli kalmış.
Masal yerini bulsa kavuşacakmış...
Yalan!
Davul, zurna çaldı, avaz avaz kulaklar doldu.
Ezandan önce selası okundu,
Yar dediğin yaraymış, beli kambur insanmış...
İki cihan bedbahtmış...
Beşikler, tıngır mıngır sallanmadan evvel yazılmış,
Seviyorsa her türlü gelir değil, nasibin ise gelir diye...
Bakma kötü huylu kadına iyi ol kazanır iki dünyada...
Temiz bir şeyin kalmadığı dönem... Şehirler kirli, kaldırımlar da tükürük, insanlar samimiyetsiz, çıkar had safhada... Yüzlerin astarı kalmadığı için mi kadınlar makyaj, erkekler sakal bırakıyor diye saçma bir düşünce kapladı, çevreme bakınırken… Onlarca yüz, onlarca suret ve karakter neyin altına saklıyorlardı bu yanlarını bilemedim…
Aklımı bile sorgular derecesine geldiğim yaşantının içinde neresindeyim bilmiyorum, gecenin bir yarısında kitabın orta yerinden başlayıp uykuyu satırlar da arıyorum... Maksat okumak değil sanki uykuyu davetiye çıkarmak. Düzen, temiz; gibi kavramlar artık dillerde masal gibi... Bunca kirliliğin içinde evimin camı ya da mutfak tezgâhı kirli kalmış ne kadar önemli ki.
Bunca kirlilik... Arkadan çevrilen işler, yalan yere verilen onlarca vaatler, haktan hukuktan bahsederken düzensiz hayatın oyuncağı olmuş insanlar, siyaset de ki kargaşa, masum insanların ölümü, ümmetçilik ve milliyetçilik arasında oynanan oyunlar, beyaz perde de gösterilen sahte yüzler... Kötünün ' iyi'; diye ayna da gösterimi... İnsana, insan olduğundan ziyade cebindeki para ile değer biçilmesi ya da bütün duygu ve düşüncelerin çöp edilmesi... Etrafta gezen o kravatlılar...
Karamsar değilim, henüz aklımı da kaybetmedim ama aklımın almadığı alnımın ve bileğimin hakkını alamadığım düzen de ne kadar daha aklıselim olabilirim bilmiyorum...
Mutfağa gidiyorum... Tezgâh da limonlu çay bardağı, bir bez ve temiz bir kaç bardak ve kaşık... Çaydanlığın yanında ki çay izleri dikkati mi çekiyor sarı leke kalmış bembeyaz mermerin üstünde... Sonra yerime, tabureme oturuyorum... Düşünüyorum...
Tekrar soruyorum bunca kirliliğin içinde tezgâhta ki o bardağın ya da çayın bıraktığı izler mi pis yoksa kanalizasyonun üstüne asfalt döküp istediği gibi at koşturan insanlar mı?
Atlar, azizim. Atlar... Doludizgin duygularımın tek tarifi... Ve kirlenmiş ciğeri beş para etmez, sadece bir döl den meydana gelen o yaratıkların içinde en nadidesi...
Nevzat komiserin dediği gibi... ‘Değerlerin, değer olarak kalmazsa değersiz dediğin değer olur’...
Ben, O kirli dediğin tezgâhta en temiz duygu ve düşünceler ile çay demliyorum... Belki çayın yanında iki kelam ederiz diye... Belki o limonlu çay bardağı elimi yapış yapış eder lakin insancık rolüne bürünmüşler kadar zarar vermezdi, iz bırakmazdı… Yıkayınca geçecek kirler lazım bize, insanın kirlenmişi başka bir şey… En başında da demiştim “İki cihan bedbahtmış... Beşikler, tıngır mıngır sallanmadan evvel yazılmış” bir hayatı bu kadar da dikkate almamak lazım aslında… Yol Bir, yol tek… Yola çık yoldan çıkma ümidi ile… Vicdansız olacak kadar merhametinizi, insanlığınızı kaybetmeyin…
Allah’a Emanetsiniz…