Bugün yaşımın vermiş olduğu sadelikle düşünüyorum ki; Satırların muhatabı elbette vardı. Boşuna değil bu saatte beni ayağa dikip kâğıt, kalemin başına geçiren düşünceler...
9 Aralık 2024, 2.41...Bekliyorum...
Avuç içlerini dolduran çakıl taşlarını temizlenmesini fırsat bilmeden kuytu bir köşede boynunu büküp ağladı, çocuk.
Saçlarını tepeden toplamış, alnı apaçık, gözleri dolu dolu titriyor, üzerinde kırmızısı solmuş, pijama altı. Yanlarından çıkan saçlarını kulağının ardına atıp elinin tersiyle sildi gözyaşlarını... Avuç içini açıp avucunun kenarındaki taşları atmaya çalıştı. İç çeke çeke doğrulup etrafını izledi. Bir şey yoktu, üzerinde ki sökük mavi tişörtü bile yarım ekmek gibi yarım umut vermişti sanki.
Duvar kenarından aldığı su şişesini başka bir duvar kenarına geçip topladığı küçük küçük badem ağaçlarının dalları ile ev yapmaya başladı geçenlerde de evcilik oynayan arkadaşlarına bardak, tencere falan yapıyordu. Toprakla uğraşmayı seviyordu, güneşin bağrında yanan yüzünden ziyade pişen yüreğiydi... Farkında değildi, belki de. Buğdaya, fırına ve ekmek kokusuna karşı özel bir ilgisi vardı, annesi ekmek yapacağı zaman ekmek yerini güzel hazırlar, yakılacak odunları istifler ateşin karşısında "attırgeç" dedikleri kılıca benzettiği malzeme ile ekmeği çevirirdi. Ekmek ile beraber ateşin başında ruhunu pişirdiğinin farkında değildi. E dememişler mi “odun yanar kül olur, insan yanar kul olur” diye.
Takvim yapraklarından yırtılan ömür onu büyümeyi sevk etmişti. Okumuş eli kalem tutar olmuştu. Toprak ile çok uğraştığı için her halde saman sarısı kâğıtları sever yazmayı dahi kıyamazdı. Yüreğini yakan cümleleri dahi yazamayacak kadar kıymetliydi. İlmeğin ilk düğümü ilkokulda tek başıma okulun yolunu tutup herkesin anası babası yanındayken güçlü olmak ve tek olmak zorunda kaldığım o gün atılmıştı. Belki de ilk büyüme evresi o gün başlamıştı. Okulun avlusunda hayal meyal hatırladığım inşaat vardı ve ben kaldırım taşının üzerinde ilk taşları gözyaşları ile sulayıp sürü gibi bizi içeri aldıkları o sınıfta yerimi almıştım. Alışık olmadığım bir sürü suret ve ses... Karmaşıklık beni korkutuyordu.
Bir akşam ezanı vaktinde gelen telefon ile başlamıştı cümleler demlenmeye... Ve bugün demini alan cümleler ile (14.12.2023, 05.47) elime tekrar alıyordum kalemi.
Muhatap insan değil, kalemidir bazen.
Tutulan hangi bir el kalemi tutup da bu yazıyı yazmaya gereği duydu diye düşündürür belki de. Hakkınızdır. Kim olduğum, nerede olduğum çokta önem arz etmiyor çünkü yeryüzündeki ağırlığımı hissediyorum ve olduğum yerde ‘insanı bazen yanlış düzeltir’ düşüncesini ile yol levhalarımı arıyorum.
Yıllar, yılları kovaladı... Büyüdüm. Elim çalakalem yazar olmuştu. Babamın 'boş işlerle uğraşıyorsun' dediği ve kimsenin okumaya dahi tenezzül etmediği yazıları yayınlayan birileri vardı. Verilen değer kalemeydi ve benim yazdığım ilk yazıdaki cümlem "Kaplumbağanın korkup kabuğuna saklanması gibi" tamda bu şekildeydim. Yazıların anlaşılmaz ve uzunluğu ile şikâyet edenleri kenara bırakıp yıllar sonra kalemi seven ve yanan yüreklerin kalem ile buluşma halini seyretmesini bilen insanlarla hasbihal ettikçe kıymeti bilindi bazı şeylerin. Babam haklıydı belki de karın doyurmuyordu, iyi bir işe de sahip etmiyordu ama ruhumu iyi gelen kalemdi.
Pek konuşmasını becerdiğim söylenemez bazen bildiğim konu hakkında bile sessizliği seçtiği olur. Bu genelde karşımdaki kişiden kaynaklanıyordu, zihnimi sürekli gereksiz mevzularda meşgul eden insanlardan uzak durmak gerektiğini düşünmek çok mu kendini bilmişlik olur bilemiyorum ama sükûnet tamda benlikti…
Başım önde, kekelemeden, o elinden tuttuğun küçük kız çocuğu edasıyla değil de “istikametini bozma” diye tavsiye ettiğin ve benimde onu ekmek olma yolculuğu olarak algıladığım şu dem de satırlarımın muhatabı siz missiniz.
2023’ün son demelerinde… Satırların muhatabı elbette vardı... Boşuna değil bu saatte beni ayağa dikip kâğıt, kalemin başına geçiren düşünceler... Bekliyorum... Bir akşam ezanı vaktinde gelen telefon ile başlamıştı cümleler demlenmeye...
Demlenen cümleler ile bugün (14.12.2023 05.47)
Toprağa atılan buğdaylar ekmek olmuş sofralara sunulmuştu, Emekti bu, aşktı, uzanan eli, telef etmemekti... Muhatap almaktı, kadir kıymet bilmekti, arayıp sormak sahip çıkmaktı. Can, kan bağı olmaksızın ‘yanındayım’ sözüyle çocukluğumdaki yarım ekmeğin ya da yarım umudun bütünleşmiş haliydi. Bu telefonun ucundaki sesti…
Rahmetli Annemin babası, namı değer Tak Tak Osman “Önce Kul, sonra ümmet ve vatana, millete ve ailene hayırlı bir evlat” olmayı dile derken sizin “istikametini bozma” dediğiniz o yolculuğu çıkmayı istemeyi, öğrettiğini fark ettim. İstikamet, Somuncu Babanın dediği gibi; “kişinin insan-ı kâmile yolculuğu buğdayın ekmek olma macerasına benzetirmiş. Buğday önce dalından, sonra başaklarından ayrılır. Taşlar altında öğütülüp un olur. Yüreğine su katılır, hamur olur. Sonrasında en zorlu yolculuğuna çıkar. Nihayet ateşlerde yanar, ekmek olur. Aşkın çileli yolculuğuna çıkan insan da sabrı katık, çileyi azık bilir. Türlü imtihanlardan geçer ve nihayet insan-ı kâmil olur.” Kamil insan! Kamil! İnsan!
Aşkın yolculuğu bu mudur bilmiyorum ama misafirhanede ki yerimi bildiğimden emin bir şekilde istikametimi yol levhalarımı hala arıyorum. Ve 2023’ün son demlerinde Erdem BEYAZIT’ın “Bulmak” adlı şiirinde senin(sizin) sayenizde kendimi hayatımı özetliyorum.
“Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti”
…
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”