“ Şiirlerime, en güzel bahanemsin “
Dedi Şair.
Ve ekledi büyük bir kırgınlıkla,
“Ondan gayrı ne’msin ki "
Konuşmak istiyorum... Yazmak kâfi gelmiyor, ruhuma. Yetmiyor, anlaşamıyoruz bu aralar... Kilit olup, kekeleyen benliğimi çözmek istiyorum...
Arıyorum... İnsan, neyi arıyorsa odur... Hem demez miydi kelam sultanım; " aramakla bulunmaz, bulanlar arayanlardır"...
Hüzün hırkasının altına gizlediğim, dikiş tutmaz; yaralı yüreğimin önünü kapatıp nadasa bırakıyorum kâğıdı, kalemi...
Yazmak için hüzün mü gerekli yoksa hüzünlü olunca mı yazar insan? Değil aslında... En azından yüreğimin derinliklerini dokunmayan bir şeyi kaleme almadım, alamadım... Siyasi konularda yetersiz olurken, edebi metinlerde daha iyi olduğumu düşündüm. Hele ki mevzu betimleme ise...
Uzun zamandır yazamamanın ağırlığını hissediyorum. Cümleler hep yarım. Eksik bir şey var lâkin onun ne olduğunu bilemediğim için öylece dolanıyorum; kâğıdın etrafında... 31 Ekim'i bekliyordum. Kelam Sultanım beni kendime getirecek ve ben kalemimle doludizgin koşacaktım cümlelerin etrafında..."nasipten öte köy yok" deyip kapattım... Gidemedim... Dilimin bağları o gün dizlerimi de bağladı...
Yazıyor isem ve yazılanlar okunuyorsa; birileri tarafından, kayda değer bir şey olması gerekmez mi?
Elbette gerekir... Peki, ne yazayım?
Bu aralar bunu düşünüyorum ne yazayım, ne yazmam gerekir?
Yazılarıma en güzel bahanem yine bu yazıları okuyan insanlardı... Denizli'den, Van'a... Van’dan Ankara’ya… Ankara’dan İstanbul’a… Kimi zaman gördüğüm, kimi zaman duyduğum...
Şairin dediği gibi; "bilmem ki n’emsin?"... Yavuz Bülent Bakiler ‘in "şaşırdım kaldım" şiirinden bahsediyorum... Koskoca şiirden sadece "bilmem ki n'emsin?" cümlesi bile bugün o kadar ağır geliyor ki...
Yıllardır yazdıran, yazılarımın manasını değiştiren, başka boyuta taşıyan; kelam sultanım... O sustu, diye duruldum galiba... Öyle ya "maşuk hasta olunca, âşık sıhhatinden utanırmış. Sızlamıyorsa için ne sen âşıksın; nede o maşuk " demiş Tebrizli Şems. O misal…
Nadasa bırakmak istiyorum biraz satırları... Dinlendirmek için, kayda değer yazılar yazabilmek, biraz da konuşmak için...
Zaman, ilaçtı güya. Yalan olduğunu zamanla öğreniyor insan... Oysa İki dudağımın arasındaydı cümleler belki de ben, cesaret edemiyorum...
Zaman, zaman kısa kısa olsa da ekseri cuma günleri yazdığım babacan, canefşan dost insana; "Yüreğinize bir damla dâhi olsa su serperek bir kelam bulamadım, bugün... Anımız ve akıbetimiz hayr olsun..." Diye yazmıştım...
Cevap, cümleleri nadasa bırakmam konusunda doğrular nitelikteydi..."Her zaman yeni söz gerekmez. Zorlama. Gök kubbe altında söylenmemiş ne var ki! Sadece söyleyeni ve şekli değişir."
Haklıydı... Söylenmemiş ne vardı?
Daha fazla sözü ziyan etmenin manası yok. Sözler yerini ve manasını buluncaya kadar...
Zaman ayırıp çalakalem yazılanları okuyan, okumaya çalışan Ahmet Furkan'dan, Van'da ki, Ankara'da ki ve İstanbul’da ki gönül dostlarına, Yunus Emre’nin “Kalanlara selam olsun” şiirinden birkaç satırı paylaşıp müsaade isteyeyim…
“…Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun…”
…
Kalbi sevgi ve saygılarımı sunarım, canlar…
Artık, bir çay lazım birde muhabbet edecek insan(lar)...
Allah'a emanet olun...