ISMAHAN ÇERİBAŞI
Köşe Yazarı
ISMAHAN ÇERİBAŞI
 

Ocaktaki aş pişmez bazen! (Uzun yolların yolcusuyum)

Küs değilim, öfke de yok içimde ama bir suskunluk aldı başını gidiyor. Konuşmak istemiyorum gerek de görmüyorum. ‘Kime ne anlatabilirim?’ sorusuna verdiğim cevap hiç bir şey. Eskiden insanlar vardı. Dinlerdi, bir mevzu üzerinde istişare ederdik, fikir verirler daralan yolumuzu onların tecrübeleri ile bulurduk. Dedim ya ' eskiden insanlar vardı ' eskidiler veyahut yenileri eskittiler... Satır başları gibiydi onlar ve büyük harfle başlarlardı. Bir baktı mı konuşmaya gerek kalmazdı. Anlardık hâlleriyle... Ferman yayınlamaya gerek yoktu yazılı olmayan ama bizim içimizde ar etmiş kanunlarımız vardı. Yolun karşısından bir büyüğümüz geçse önümüzü ilikler başımızı öne eğerdik. Bedenlerin üzerindeki başlar hani(!) Bunca olan bitenin arasında sana seni anlatacak bir şarkı armağan etmek isterdim. Keskinin Delisi, Dedem… Veyahut adının geçtiği şiirler yazıp göndermek... Bir nebze olsun aşikâr etmek... Gözlerim, gözlerini değdiği o noktada kaldı... Senin baktığın yerleri izledim, ayak bastığın o merdiven eşiğinde durdum... Gel sen anlat, anlatabilirsen dünü bugünüme... Geceyi dinlenmek için değil, düşünmek için daha çok sevdim, Seherde öten kuşlar anlatıyor gibi geliyor olan biteni.  Bu yüzden onları daha bir başka dinliyorum  Sen şimdi kalbimin kuş gibi atmasını gel anlat... Ne istiyorum bilmiyorum.  Ne zaman görür ne zaman duyarım fikrim dahi yok. Uzun yolların yolcusu gibiyim.  Sen şimdi bu yolları bana anlat. Anlat ki bulsun beni...  Ansızın yüreğimi oturan huzursuzluğun sebebi ne ola?  Bir günde dört mevsim nasıl yaşanır?  Rüyalara sarılıp uyumanın ağırlığını biliyorsan anlat. Kızıyorum bazen. ‘Tamam diyorum, bir daha konuşmayacağım, yazmayacağım.’ Kendimle baş başa kalınca dayanamıyorum. Ben, beni unuttum gel sen buldur beni...  Şems’i okudum, Mevlana'yı aradım. Yunus’tan Yusuf hikâyesi çıkardım. Kıssaların en güzelini anlat. Bir dakikanın hesabını yaptım, bekleme salonlarında hep tekli sayılara oturup yüreğimin tek bir adrese kilitli kaldığını nasıl anlatırsın söyler misin? Allah aşkına bu şaraptan içenler sarhoş olmadan nasıl gezer? Gazellerde kimler ne anlatır? Sanırlar ki ben de bir beşeriye meftunum... Harlanmış ocağın içinde ki yürek nasıl yanmaz anlatsana? Bir kelamdan bin mana nasıl çıkar? Mezar taşındaki bu veda kime, bilir misin? Derin uykulara dalmak isteyen bedenimi abdeste davet eden ruhumu şimdi hangi su aklar? Söylemeye dâhi korkuyorum lâkin demeden de duramıyorum. Sevgiyi yüreğime vereni nasıl görmezden gelirim, Nasıl olur da sevmekten geçerim hele bunu bir anlat Dedem… Ya da Kalkın ayağa, Durmayın! Susmayın, Konuşun! Devrimi yüreğimin derinliklerinde hissediyorum, isyan bayrakları çıktı çıkacak...  Parmaklıklar kırıldı, prangalar yıkıldı, süngümü diken bütün elleri biliyorum. Peşindeyim... Saçlarım savruluyor, sabahın köründe yatırmak için uğraştığım dalgalı saçlarım… Son Bir dakika... Açılan kapıyla içeriye giriyorum hemen bulduğum bir boş koltuğa ilişiyorum... Devrim yapan ruhumdan eser kalmamış gibi sakin usulca telefonu elime alıp en son yazdığımı okurken birden uzun yolların yolcusu olan yüreğimin başka telden çalmak istediğini hissediyorum... Boş, bomboş sayfa açıyorum kendime... Evet, şimdi yazabilirim. En baştan yeniden... Düşünceler geçit yaparken beynimde arasından seçmeye çalışıyorum... Nereden ne çıkarabilirim acaba diye. Sol yanımı yokluyorum bana en ağır geleni... Çok da ileriye gitmiyor...  Gözlerini hatırlıyorum, sol yanında otururken yandan izlediğim suretini... Ara ara dönüp bana bakmalarını... Yüreğime ağır gelen hasretin düşüyor yüreğime... Keskinin Delisi, Dedem… Neredesin?  Başımı kaldırıyorum olduğum durağa bakıyorum, Gülsuyu... Etrafımı izliyorum cemalini arıyorum başka yüzlerde. Yok... Telefona kapanmış gençlik. Gözümün önünde biri okey oynuyor, biri bilmediğim bir patlatma oyunu... Güneşin yüzüne bakacak yüz kalmamış mı ne? Kuytu bir köşede kalan çiçekleri unuttuk. Soldular. Ülkenin her bir yanında olan yangının dumanını kimse neden görmez. Başını dahi kaldıracak bir insanlık mı yok? Kararmış yüreklerin aydınlığını kim nasıl sağlayacak? Okul mu? Diyanet mi? Pir Sultanlar kaldı mı? Canlar canını bulurken bal kovanlarını tutan eller parmaklarını yalıyor... Uzun yollarımı kapattılar, Dedem. İnmeye hazırlanıyorum ondan sebep tekrardan ruhumun devrim ayaklanmalarını hissediyorum, Metrodan gün yüzüne çıkana kadar bu böyle. Rüzgârı dost edinirim, bugün hava bunaltıcı. Ağlayacak da ağlayamıyor gibi. O kadar da yağmur duasına çıktı bu insanlar... Sen anlat Dedem, neden bereketsiz kaldık. Hemen önümde bir elli boylarında bir kadın duruyor... Göz göze geliyoruz... Kırktan yukarı olmadığını düşünüyorum, bakıp geçiyorum... Düşünürken başım sol tarafta ayakta bekleyen ellili yaşlarındaki mor gömlekli adama takılıyor. Yanımdaki genç yolcunun kalkmasıyla yanıma ilişiyor... Sabah mahmurluğunu kimse atamamış... Adam oturmasıyla telefonu alıp oyun açması bir oluyor... Sonra kulaklığımdan gelen sesle irkiliyorum... “Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var Değil derya yalınız cümle hep sahrada yangın var”   Ses ile beraber ayağa kalkıyorum, son durak yeni sahra... Çıkalım bakalım gün yüzüne... Nasibimizde ne var...  
Ekleme Tarihi: 03 Mayıs 2024 - Cuma

Ocaktaki aş pişmez bazen! (Uzun yolların yolcusuyum)

Küs değilim, öfke de yok içimde ama bir suskunluk aldı başını gidiyor. Konuşmak istemiyorum gerek de görmüyorum. ‘Kime ne anlatabilirim?’ sorusuna verdiğim cevap hiç bir şey. Eskiden insanlar vardı. Dinlerdi, bir mevzu üzerinde istişare ederdik, fikir verirler daralan yolumuzu onların tecrübeleri ile bulurduk. Dedim ya ' eskiden insanlar vardı ' eskidiler veyahut yenileri eskittiler...

Satır başları gibiydi onlar ve büyük harfle başlarlardı. Bir baktı mı konuşmaya gerek kalmazdı. Anlardık hâlleriyle... Ferman yayınlamaya gerek yoktu yazılı olmayan ama bizim içimizde ar etmiş kanunlarımız vardı. Yolun karşısından bir büyüğümüz geçse önümüzü ilikler başımızı öne eğerdik. Bedenlerin üzerindeki başlar hani(!) Bunca olan bitenin arasında sana seni anlatacak bir şarkı armağan etmek isterdim. Keskinin Delisi, Dedem… Veyahut adının geçtiği şiirler yazıp göndermek... Bir nebze olsun aşikâr etmek...

Gözlerim, gözlerini değdiği o noktada kaldı... Senin baktığın yerleri izledim, ayak bastığın o merdiven eşiğinde durdum...

Gel sen anlat, anlatabilirsen dünü bugünüme...

Geceyi dinlenmek için değil, düşünmek için daha çok sevdim,

Seherde öten kuşlar anlatıyor gibi geliyor olan biteni. 

Bu yüzden onları daha bir başka dinliyorum 

Sen şimdi kalbimin kuş gibi atmasını gel anlat...

Ne istiyorum bilmiyorum. 

Ne zaman görür ne zaman duyarım fikrim dahi yok.

Uzun yolların yolcusu gibiyim. 

Sen şimdi bu yolları bana anlat.

Anlat ki bulsun beni... 

Ansızın yüreğimi oturan huzursuzluğun sebebi ne ola? 

Bir günde dört mevsim nasıl yaşanır? 

Rüyalara sarılıp uyumanın ağırlığını biliyorsan anlat.

Kızıyorum bazen. ‘Tamam diyorum, bir daha konuşmayacağım, yazmayacağım.’ Kendimle baş başa kalınca dayanamıyorum. Ben, beni unuttum gel sen buldur beni... 

Şems’i okudum, Mevlana'yı aradım. Yunus’tan Yusuf hikâyesi çıkardım. Kıssaların en güzelini anlat.

Bir dakikanın hesabını yaptım, bekleme salonlarında hep tekli sayılara oturup yüreğimin tek bir adrese kilitli kaldığını nasıl anlatırsın söyler misin? Allah aşkına bu şaraptan içenler sarhoş olmadan nasıl gezer? Gazellerde kimler ne anlatır? Sanırlar ki ben de bir beşeriye meftunum... Harlanmış ocağın içinde ki yürek nasıl yanmaz anlatsana? Bir kelamdan bin mana nasıl çıkar? Mezar taşındaki bu veda kime, bilir misin? Derin uykulara dalmak isteyen bedenimi abdeste davet eden ruhumu şimdi hangi su aklar? Söylemeye dâhi korkuyorum lâkin demeden de duramıyorum. Sevgiyi yüreğime vereni nasıl görmezden gelirim, Nasıl olur da sevmekten geçerim hele bunu bir anlat Dedem…

Ya da Kalkın ayağa, Durmayın!

Susmayın, Konuşun!

Devrimi yüreğimin derinliklerinde hissediyorum, isyan bayrakları çıktı çıkacak... 

Parmaklıklar kırıldı, prangalar yıkıldı, süngümü diken bütün elleri biliyorum. Peşindeyim...

Saçlarım savruluyor, sabahın köründe yatırmak için uğraştığım dalgalı saçlarım… Son Bir dakika... Açılan kapıyla içeriye giriyorum hemen bulduğum bir boş koltuğa ilişiyorum... Devrim yapan ruhumdan eser kalmamış gibi sakin usulca telefonu elime alıp en son yazdığımı okurken birden uzun yolların yolcusu olan yüreğimin başka telden çalmak istediğini hissediyorum... Boş, bomboş sayfa açıyorum kendime... Evet, şimdi yazabilirim. En baştan yeniden... Düşünceler geçit yaparken beynimde arasından seçmeye çalışıyorum... Nereden ne çıkarabilirim acaba diye. Sol yanımı yokluyorum bana en ağır geleni... Çok da ileriye gitmiyor...  Gözlerini hatırlıyorum, sol yanında otururken yandan izlediğim suretini... Ara ara dönüp bana bakmalarını... Yüreğime ağır gelen hasretin düşüyor yüreğime... Keskinin Delisi, Dedem… Neredesin? 

Başımı kaldırıyorum olduğum durağa bakıyorum, Gülsuyu... Etrafımı izliyorum cemalini arıyorum başka yüzlerde. Yok... Telefona kapanmış gençlik. Gözümün önünde biri okey oynuyor, biri bilmediğim bir patlatma oyunu... Güneşin yüzüne bakacak yüz kalmamış mı ne?

Kuytu bir köşede kalan çiçekleri unuttuk. Soldular. Ülkenin her bir yanında olan yangının dumanını kimse neden görmez. Başını dahi kaldıracak bir insanlık mı yok? Kararmış yüreklerin aydınlığını kim nasıl sağlayacak? Okul mu? Diyanet mi? Pir Sultanlar kaldı mı? Canlar canını bulurken bal kovanlarını tutan eller parmaklarını yalıyor... Uzun yollarımı kapattılar, Dedem.

İnmeye hazırlanıyorum ondan sebep tekrardan ruhumun devrim ayaklanmalarını hissediyorum, Metrodan gün yüzüne çıkana kadar bu böyle. Rüzgârı dost edinirim, bugün hava bunaltıcı. Ağlayacak da ağlayamıyor gibi. O kadar da yağmur duasına çıktı bu insanlar... Sen anlat Dedem, neden bereketsiz kaldık.

Hemen önümde bir elli boylarında bir kadın duruyor... Göz göze geliyoruz... Kırktan yukarı olmadığını düşünüyorum, bakıp geçiyorum... Düşünürken başım sol tarafta ayakta bekleyen ellili yaşlarındaki mor gömlekli adama takılıyor. Yanımdaki genç yolcunun kalkmasıyla yanıma ilişiyor... Sabah mahmurluğunu kimse atamamış... Adam oturmasıyla telefonu alıp oyun açması bir oluyor... Sonra kulaklığımdan gelen sesle irkiliyorum...

“Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var

Değil derya yalınız cümle hep sahrada yangın var”

 

Ses ile beraber ayağa kalkıyorum, son durak yeni sahra... Çıkalım bakalım gün yüzüne... Nasibimizde ne var...

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve denizli20haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
islami sohbetler sohbet elektronik sigara omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet baskılı poşet baskılı poşet emlak seviye 5 mutfak lavabo tıkanıklığı açma özellikleri su böreği sipariş galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı dijital pazarlama ajansı