Sende mi öldün, sende mi gittin şimdi.
Bacası tüten evin burası iken, fani dedikleri evinin adresi iki metre yer mi?
Yerin belli, yurdun belli.
Ana vatana göç eyledin, söyle bizlere de var mıdır yer, zira burası dar?
Bakma maviye boyandığına, her gün geceden gündüze uyandığımıza
İçimiz kızıl kan, insanımız bozuk iman…
Söyle bir karışlık yerde mi yok orada?
Tesirini yetiriyor kelamlar, gönül bir balçık tarlasında
Hocası, hacısı güllerin dikeni ile oyalanır
Ehlisünnete dil uzatıp ahir zamana üç kuruşa satar…
Dayanılacak gibi değil, kaçtan sattın burayı söyle de alalım bizde yerlerimizi…
Gelecek olan bayram, bayram dediğin inanış değil miydi?
Mide pazarında nefs hiçten verile
Ben istemem bu pazarı bana gittiğin yerden haber ver.
Yok, mudur oranın bileti?
Ölüm özlenir mi, istenir mi bilemiyorum “hayırlısını iste” diye öğrettiler bize isteyip duruyoruz. Vermek bize has değil zaten(!) hâlbuki hayırlısının yanında kolay olayını da istemek gerekmez mi? İnsan hayırlısı olan ile meşgul olurken bazen öyle bir yorulurmuş ki artık istemekten bile vazgeçermiş… Vazgeçmek üzereyim dua etmesini dahi bilemediğimiz bu zaman diliminde sessiz sedasız öte âleme gitme heyecanı sarar benliğimi… Yılkı atların peşine takılsam… Toprakla gökyüzü arasında sıkışıp kalmış şu bedenimi kurtartır mıyım? İnsan sevdiklerini uğurlayınca ana vatana daha bi seviyor sanki oraları…
Ey Âdemoğlu! Öldün gittin bizleri sürgün verdin.
İki cihan arasına hasreti sıkıştırıp ilmeği boynumuza muska ettin.
Yok, mudur çıkışı bir demedin…
Yol uzun, zaman dediğin çivili fıçı, Padişah devri geçti ahir zaman Başkanları yol aldı.
Etimiz kemiğimiz hiç uğruna bitpazarında,
Kelam ile yıkanıp sersen beni orta yere, bin bir ayak bassa üzerime “ah” er mi ki (!)
Can(!) değil bu. Can dediğin cananı arar, yoksa taşıdığın semer dışında başka ne ola…
Ben yapamadım, duramadım bu gurbet elde. Dokuzuncu yılımı da tamamladım bu sene. Bitsin artık bu sürgün de. Yok, mudur bize bir karış yerde…