Nerede kalmıştık? Bir buçuk, iki aylık zaman zarfından sonra tekrardan Merhabalar… Malumunuz seçimlerden dolayı ortalık oldukça haraketliydi galiba böyle zamanlarda konuşmaktan çok sessiz kalıp kimin ne yaptığını izlemek daha bir akıl karı diye düşünüyorum. Kazanan tarafı tebrik ederim. Güzel icraatlar imza atmasını temenni ederek siyaset gündemini, Filistin de devam eden soykırımı ve İran’ın yapmış olduğu göstermelik kabadayılığı daha sonraları nasipse yazacağım… E öyle ya elimizin uzanmadığı yere kalemimizde uzanmasa ne işe yararım ki?
Konuşmasını elbette biliyorum lakin oldum olalı bazı kişi ya da kişilerin karşısında tutuk kaldığımı tabiri uygunsa basiretimin bağlandığını itiraf etmem gerek. Genelde dilim öfkeli iken savunmayı geçse de normal konularda pek fazla yorum yapmaktansa dinlemek her zaman işime gelmiştir. Bilmediğini söyle bildiğini söyleme düsturu veyahut her doğru her yerde söylenmez sözünün bende aşırıya kaçtığı doğrudur…
Hazırlıksız yakalandığım, hiç aklımdan bile geçmeyecek bir şekilde Denizli’ye bayramın ikinci günü gitmek hâsıl oldu. Gece boyunca ne konuşacağım derdi beni kurt gibi yiyip bitirirken nasıl uykuya teslim oldum hatırlamıyorum bile.
Avuç içimin terlemesi daha yoldayken başlamış, yüzümün güneşte kalmış biber gibi acımasını engel olamamıştım. Fakındaydım, omuzlarım düşmüş, heybetim kaybolmuştu. Küçük bir çocuk edasıyla belki de ilk ve son kez karşısına çıkacağım insanın aklında bırakabileceğim intibayı tahmin edebiliyordum. Heyecan ile korku bir üzerimden dağılsın diye Demokrasi parkının içerisinde yarım saatten fazla oturdum lakin beynimin içerisinde dönen soru işaretlerini tutup dizginleri bir türlü elime almayı başaramamıştım. Yenilgiye uğramış gibi telefona sarılıp “ben geldim” dedim... Kaplumbağa misali en ufak sesten korkup kabuğuma saklanmak istedim ne mümkün… Kanlı, canlı kapının önündeyim…
Biriktirdiğim onca cümleler kapının eşiğinde kalmıştı. İnsan Nasılsın? Sorusunu sormaya çekinir mi? Ben bile duymadım Nasılsın? Sorusunun sedasını… Sürekli kendime telkin vermekten nereye?
Aslında böyle biri değilim. İnsan bilmez mi kendini. Dik başlıyım, benim huyum bu, bildiğimi söylemekten, çekinmezdim. Bu yüzden üniversitenin daha ilk haftasında sınıftan dışarı çıkarılmıştım ve sohbetlerde sorularım yüzünden pekte istenmezdim. Bu yüzden seviyorum atları ve ruhumun devrimlerini, asi duruşu... Bu yüzden susuyorum çoğu zaman... Ve ben belki de bu yüzden nefret ediyorum bu halimden böyle zamanlarda da sustuğu için. Susmak akıl kârı değil mi? Bazen değil(miş)
Elbette ilk defa gelmiyordu böylesi başıma. Yıl 2014... Denizli den Kocaeli ye göç ettiğim dönem... Hayatımda ilk defa bırak Denizli’yi Serinhisar dan başka bir yer görmemişim. Bir yandan çalışıyorum Bir yandan da askeri sınavlara hazırlanıyorum. Bir sebepten dolayı bir büyüğümün daveti ile Ankara gitmiştim... Yıllardır televizyonda izlediğim ve kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek insanlarla bir masanın etrafında toplanmak üzere bekliyordum. O büyük kapıdan heybetli heybetli insanlar salona elini kolunu sallayarak girerken ben iki elimi önünde bağlamış, kıpkırmızı olan yüzümle gelen geçeni bakıyordum… Sıra bendeydi lakin yapamadım o gün o eşikten içeri giremedim. Korktum… Kozasından çıkıp daha yeni ayaklarının üzerinde durmaya çalışan yeni yetme biri için bu olağanüstü bir durumdu ve sonunda rezil olmak vardı. Avuç içlerimin terlediğini, yüzümün yangın yeri olduğunu kimseye göstermeden geriye Kocaeli’ye dönebilmiştim…
Yıl 2021... Aylardır beş dakika ayırmasını beklediğim kişiden mesaj geldi. Saat 19.08... 19.12 de yola çıktım. 20.44 de Ümraniye'de yerimi almıştım... Yaklaşık aylar öncesi ve Ümraniye 'ye gidinceye kadar ki süreçte söyleyeceğim cümleleri tekrar ediyordum lâkin görüşme sonunda karşı tarafa yazdığım iki satır bir mesaj oldu;
"Böyle bir intiba bırakmak istemezdim, sizde. Kaplumbağanın en ufak sesten korkup saklanması gibi dilim kabuğuna çekildi, üzgünüm... Biriktirdiğim yeri geldiğinde taşıyamıyorum dediğim cümlelerin altında kaldım." Dilimin lâl oluşunu mu, adımı dâhi söyleyemez derecede takıldığım zaman dilimini mi, yüzümün kıpkırmızı bir şekilde oluşunu mu, kendime duyduğum öfkeyi mi? Hangi birinin izahını edebilirim. Fakat her şey de bir hayır varmış. O günden sonra ve hala devam eden iletişim sağlam adımlarla devam ediyor, Çok şükür.
Yıl 2024... Günlerden Perşembe. Baba ocağı olan memleketimdeyim. Bayramın 2.günü… Telefon üzerine merkeze geçtim. Kendisini her ne kadar ilk başta 63 yaşında ki adam şeklinde tarif etmiş olsam da 11 Nisan da 5 yaşında ki küçücük çocuktan "sürpriz dede" olduğunu öğrendim... Çocuklar doğru söyler nitekim de bunun doğruluğundan zerre şüphem yok. Hiç ummadık zamanda telefonuyla üç defa beni omuzlarımdan tutup kaldırdığını bilirim... Çocuk demişken pembe elbisesi ve beyaz çoraplarıyla hanım hanımcık o kız çocuğu balerin gibi odasının ortasında dönerken aklıma semazenler geldi... Onca insan “balerin gibi derken” benim neden semazenler aklıma geldi ki. Hiç olmadık zamanlarda beynimin bu şekilde çalışması hâl ile kâlimi ortaya seriyordu...
Neyse konuyu dağıtmadan devam edeyim... Merkezde demokrasi parkında yarım saatten fazla oturup doludizgin koşan ruhumun dizginlerini ele geçirmeye çalıştım. Lâkin kendi kendime soru cevap yaptıkça tedirginliğim kat be kat artıyordu. Yine aynı hâl oluyordu, ayaklarım yavaştan titriyor, avuç içlerim terlemeye başlamış, yüzüm güneşte kalmış biber gibi acıyordu... Ne mi oldu? Hayatımda ilk defa belki de son kez gördüğüm sürpriz dedenin karşısında dut yemiş bülbül misali sustum... Aslında anlatacak bir şeyim yoktu. Ama öğrenmek merakımı celbeden sorular vardı, yeri değildi. Nasibime o gün arada konuşmaların arasında “aldım mı? Yakaladım mı?” diye sorduğu ve parayla hiçbir zaman elde edemeyeceğim adamın tecrübelerini heybeme koydum… Bana aldığımı, yakaladığımı yazmak düşer. Haksız mıyım?
Nasıl bir intiba bıraktığımı bilemiyorum, bir daha nasip olur mu karşı karşıya gelmek (yan yana durmak tercihimdir) lâkin bizzat tanıma şerefine nail olmak benim için onur vericiydi... İyi ki! Kıymet verip kıymetlendirdiğin, kıymetlendirdiğiniz her şey seni, sizi iki cihanda da aziz etsin ( etsinler) Niyazıyla...