İlkindi vakti dört bir yanda telaş… Birileri kollarını sıvamış abdest alma telaşına girerken kimileri de yer bulamadıkları caminin duvar kenarına serdikleri hasırların hizalandılar. Git gide çoğalıyordu kalabalık. Taş duvarların içinde herkesin gözleri önde kimse kimseye bakmadan alınlarını secdeye koymak için niyet etmişti. Ağaçların arasındaki bu camiden ayrılırken gözlerim gökyüzünde uçuşan kuşlara takıldı; ahenkle dansları muhteşemdi. Tuhaf sakin bir dinlik vardı içimde hiç tanımadığım bir yüz “Nasılsın?” sorusunu soracak kadar yakındım… Peki, kendime olan uzaklık nasıl kapanacaktı? Yol bile olmayan benliğimdeki uzaklığı nasıl tüketebilirdik. Her gün başka telaşların peşine düşerken kendimizin peşine ne zaman düşeceğiz? Nasıl bir gafletse uyanamıyoruz. Oturduğum bankta seyre daldığım zaman başlıyor sorgulamalarım ve demlenen cümlelerim…
Hiç tanımıyor, hiç bilmiyor gibi bakıyorum uzaklara
Suskunluk bürümüş içimi, küskünlüğüm kendime...
Ellerim cebimde, bütün düşünceleri ezmek istercesine saatlerce yürüyorum... Yola çıkınca bulurum zanlı ile elimi kana buladım. Kapanmayan kaç dava dosyası eder, yokluk sayamadım. İnfazı seçmeli zira sessizlik ölüm gibi bir şey hissediyorum.
Heybemde kanlı satırlar, içilmemiş şarabın kokusu gibi rahatsız ediyor... Neyi, kimi, nasıl benzeteceğim konusunda sessizliği seçiyorum.
Hiç bir şeyin cevabı yok, ehli olmadığım bu işi bırakıp yürüyorum, ağır ağır...
Bütün düşünceleri ezmek istercesine... Sessizliği alışıp, aşk şarabından içmek için... Uyandır beni, Mevla’m gafletin uykusu beşeri kuyularda...
Yollar gitmekle bitmiyor.
Adımlar uzak diyarları düşlerken soğuktan birbirini vuran dişlerim sessizliği terennüm ediyor...
Ey Aşk! Neredeysen çık.
Gidemiyorum...
Sarhoşum, virane ve bir o kadar da sessiz...
Ya ölümü tattır ya da buldur beni
Nefes alamıyorum...
Yollar çok uzun gidemiyorum... Aşk şarabından içmek için uyandır beni, Mevla’m gafletin uykusu beşeri kuyularda...
Yüreğim sürgün yedi yokluğun adını koyamıyorum. Arayış nereye, kime bilmediğim bir yolun eşiğinde bekliyorum. Gökyüzüne yayılan “Allah-u Ekber” seslerini katılıp kaybolasım geliyor.
Ağır cümleler ile birlikte ağır hükümler veriyorum. Deve yüküyle suçlarım. Çorak, gönül topraklarından geliyorum...
Uyandır beni, Mevla’m gafletin uykusu beşeri kuyularda...
Dilimde prangalar konuşamıyorum, bakma yazdığıma çalakalem yırtık eski püskü satırlarım...
Haddinden fazla ısrarım. Kararmasın diye muradım, izini sürüyorum... Sen satır, satır ilim deryasını hatırlatır iken uzaktan da olsa okuyorum... Her satırda aradığım kendimi koyacak bir yer bulamıyorum. İnsan olma kavramını yetişemedim, kâmil insan zarf içinde seçmek ne mümkün?
Bir ateş yakıyorum, yanan ateş yüreğimde, dumanı aha da şu ettiğim kelimelerde... İçtiğin o pınardan bir bardak su dileniyorum... Bana da yer var mı o menzilde Mevla’m…