Saatlerin alarmı bozulmuş, vakitli vakitsiz öten horozlar gibi... Bir anlam bir mana peşinde koşmak çok anlamsız geliyor... Sabaha karşı uyanıp aklıma sürekli gidişatın bozukluğu ve İsmet ÖZEL 'in o baş kaldırımları geliyor...
Adam ya! Adam... Devrim dediğin böyle olacak sol kaldırımdan sağ kaldırıma geçerken ki şiirleri kendi içimde başka bir uçuruma sebep oluyor... Oysa sabahın ilk ışıkları kendime gelme hevesi ile uyanıyorum... Kelamın cellat gibi zihnimin içinde uğuldayıp duruyor... Kaçacak 'kurtulayım' dediğim bir yer yok... Teslim oluyorum eli kanlı bıçak ve kurşuna dizilmiş kör düğüm ile... Saat Sabah’ın dördü...
Uyku tutmuyor, ' neyi, nasıl yaparım' derdindeyim... " Karanlıktan çıkmaya hevesiniz yok ise sizde onlardansınız" sözünü hatırlıyorum, telaşım artıyor... Anlıyorum uyumak gibi bir derdim yoktu, uyanık daima uyanık olmam gerekir ve bir satır daha fazla okumam.
Biliyorum, karanlığa saldığım düşünceleri. Ölüm soğuktu, tuttuğum elden, kapalı gözlerden belliydi...
Oysa bir kere gözlerime bakıp gülseydin... Sen hep gül, emi? Zaten "son gülen iyi güler", dersin. Yüzündeki kederli yorgunluk çizgilerinin arasında dolaşıyorum, dudak bükmelerin, yaprağın kışı gibi göç eylediler... Çaresizim, çaresiz çaresiz uzaktan izliyorum.
Bütün duygularım, el pençe divan duruyor Konuşmak ne haddime bakmaya korkuyorum... Yaşama suçu üzerimde dururken... Narı karanlık odalarda saklayıp sofralara buyur ederken ruhumdaki nar-ın zerresi süngü diktirir...
Saatleri bilmem Akrep ne yaman. "Ölüm, yaşamak " der onurlu dik duruşu işaret edersin... Oranın yolu yokuş, ne olur beni de al git... Buralar çok yavan, yaşamak suçu da üstümde...
Hem ne ocağı tüten evim var, nede aşk ateşine düşmüş yüreğim. Kuru bir canı cebimde avare avare gezdiririm oysa direnen, karşı koyan "Avar" değil miydi? Sahip değilim en büyük hiçlikte bir hiçim... Mevsimi yok yüreğimin hep ateş başında toprak hasreti içinde...
Öğrettiğin sükût ile başım önde ne olur acele etme, benden önce gitme... Bu aralar umutsuzluk tutmuş elimden götürüyor, bilmediğim vadilerin derinliklerine... Artık benim, yaşamaktan yana umudum kalmamış, yol üzerinde tüketiyorum bütün nefesimi... Benim olmayan canın hesabını benden soracaklar, ürkütüyor bu gerçek…
Bardak, bardak bıraktığım alkol sofrasından kaldıramıyorum ruhumu, ayyaş virane gönül evimin kapısından kim girer içeri...
Belki de bu yüzden yalnızlığı oynuyor, kaderim... Bilemiyorum. Yaşamaya gücüm kalmadı, hissediyorum...
Gurbet elde yaktığım meşaleler koca bir şehri yaktı ben hala neden sağım, sorguluyorum...
Umutsuzluk yanı başımda hikâyeler uyduruyor, bilmediğim masallara uykumu bindirip gönderiyorum.
Sevmek bana göre değil, hissediyorum bu yüzden belki de silaha, ateşe ve geceye merakım...
Kaybettim, masada bırakıyorum umutlarımı. Veda bile çok bu sahneye... Yaşamaya mecalim yok, veda da kimin, nesi? Yaşamak suçu üzerimdeyken…