Avuç içimde biriktirmeye çalıştığım yağmur suları misali kalmıyor hiç bir vakit bana... Öyle ya dünya ayrılık tarlası. Yalnız kaldığım gönül yurdunda sen canıma sardığım umut ipliği... Diken batan ellerini ellerime alıp teker teker hepsini temizlemek istiyorum. Uslanmaz gönül her seheri fırsat bilip uyanıyor. Duam var diyorum daha ne isterim... Sataşmak istemiyorum kimseyi...
İnsanlar da yüzlerin astarının kalmadığı zaman diliminde doğru zaman nedir? Nasıl tayin edilir bilemiyorum. Bilmediğim bu soruları hislerime sığınarak yazmak istiyorum bu haftaki yazımı... Okuyanı belli okutan belli... Kelimelerin yükseldiği yolculuğun eşiğindeyim... Denizli, Manisa, Balıkesir... Buradan Bursa ve kısmetse İstanbul... Şuan kalemim Balıkesir de dile geldi aklımı gönlüme salıverdiğim şu zaman diliminde iyi olmasını istediğim insanları listeliyorum ne kötü kalpliyim ki bir çırpıda bitiveriyor isim listem...
İnanmayı çok isterdim, güvenmeyi özellikle buna gücüm yok. Uzak duruyorum dile dökülecek her bir kem sözden göze gelir diye. Özünü tamamlayamış hâlâ hikmet kapısını arayan şu garib yüreğimi nereye koyarsam koyayım eğrelti duruyor. Kitapların arasına karışmak istiyorum... Ben gözlerimin gördüğünü inanmıyorum bu yüzden gösterenin izini takip etmek istiyorum bir rüya alemi olan bu dünyada dertlere abanan bedenimin yükünü bir kenara bırakıp gitmek ...
Bütün bu gidişlerin eşiğinde iken Kurulmamış cümlelerin içlerine saklıyorum seni. Dokundurmuyorum ne kağıdımı nede kalemimi... Fotoğraflardaki yüzünü bile el sürmüyorum.
Artık yolculuklar da aradığım suretimi göremiyorum aynada... Aynadaki bile ben değilim...
Kelamı dilimle değil de kalemle ediyor olmanın ağırlığı var üzerimde hangisi daha iyi bilemedim. Susmanın yeri elbette vardı lâkin izah edebilseydim kendimi iyi değil miydi?
Sesini duyduğum zamanlarda bütün yapılacakları erteliyorum bütün konuşmaların içlerinde elbette bir hikmet vardı. Bu yüzden masaya yatırılmış cümleleri izliyorum...Suretin düşüveriyor önüme, dokunamıyorum... Cümlelerin yanında duran sigaraya uzanıyor sağ elim bir çırpıda derin bir nefes çekiyorum... Yukarıya tırmanmaya çalışan duman başımın üzerinde ahenkle dans ediyor... Telefon sesi ile irkilen bedenimi sandalyeden kaldırıp diğer odadan alıyorum...
Bir ses "Nerdesin?" Diye soruyor... Boş duvarlarla konuşuyorum diyemeyeceğim için "Evdeyim" diyorum. Öyle ya nerede olabilirim? Sahi yerim neresi benim, nerede olmam gerekir? Basit gibi görünen "neredesin?" Sorusu bendeki yerini almıştı... Aşk nârıyla yanan yüreğimi nereye salsam derman bulurdu? Derviş değilim ki araya araya bulayım.
Derviş gönüllü bari olayım diye Dört duvar arasındaydım. Benim yerim burasıydı... Bu soruyu o akşam kim sorarsa sorsun aynı etkiyi bırakacaktı çünkü aklımla ya zorum vardı ya da kastım...
Telefonu kapatıp mutfağa yöneliyorum, sigara dumanı çoktan pencerenin arasından çıkıp gitmişti... Tezgâhın üzerinde duran sürahiden bardağa su koyup sandalyeme tekrar yerleşiyorum. Bir iki üç yudum derken boşalan bardağı masaya koyuyorum ve yüzüm istemsiz bir şekilde tebessüm ediyordu. Kastımı düşündüm... Kendimi olmak istediğim gibi yetiştirmede ilerlerken sancılı yolun gebe kaldığı durumları... Eski çevremden eser yoktu artık. Özgür ruhum artık öğrenmişti Allah dan başka kimseye hesap vermeyeceğini bilen kişidir özgür kişi olduğunu...
Uykusuz bir güne merhaba demenin zorluğundan mı bilmem isteksiz bir şekilde evin kapısını dışarıdan kilitleyip bütün yükümü omuzlarıma alıyorum... Arifane bir bakış ya da bir söz arıyor gibiyim. Bu arayışlar neden bitmez ki? Hasret ateşiyle yanan gönlüm sonradan eklenen bakışları kaldırabilir mi?