... Beş kişilik arkadaş grubu içinde küçük bir mola için aşağı iniyorduk. Arkadaşlardan üçü önden gitmiş, arkada kalan iki kişiden biriydim. Önden giden arkadaşlardan biri yanımdakine
- “Ceketimi getirir misin?” Diye seslendi. Yanımdaki diğerinin sandalyesine astığı ceketi alıp "dur bakayım, ne marka giyiyor" diye markasını bakıp
- “Hımm… giyiyor” Diyerek bu da benden edasıyla gülümsedi. Ben ise tuhaf bir hale bürünen ruhumu olduğu ortamdan kurtarmak istercesine merdivenlerden aşağı indim... Yerimi yadırgıyordum.
Ellerimizde ki çayı yavaş yavaş yudumlarken içimizden biri "filancanın giydiğini gördünüz mü?" Dedi. Herkesten birer yorum gelmiş, gözler bana çevrilmişti "bakmazsan görmezsin, görmezsen konusu da olmaz" demekle yetinmiştim. Ekşimiş biraz da eskimiş bir yüz bana baktı memnuniyet seviyesi oldukça aşağıdaydı. Böyle zamanlarda neden bilmiyorum başım hemen gökyüzüne çevriliyordu. Susmak çoğu zaman işime gelse de bazen tutamıyordum kendimi. Zamanın kalitesizliği ortaya çıkmış, çayı hızlı bir şekilde bitirip bir an önce işe dalmam gerekiyordu... En güzel kaçıştı çalışmak...
...Cimri değildim biliyordum ama tutumlu olmayı daha ilkokul zamanlarında öğretmişti babam. Çünkü “parayı kazanmak değil harcamak zor" derdi. Haklıydı yaşayarak tecrübe ediyordum. İki haftadır aklımda almak istediğim bir kitap vardı ama diğer tarafta da ne zamandır istediğim çanta... İkisinin arasında gidip geldim en sonunda çanta parasından daha fazla miktarı iki kitaba vermiştim. Arkadaşla bu konunun kritiğini yaparken "salak" kelimesini istemsiz bir şekilde kullandı ama mutluydum iyi ki de kitaba vermiştim. Eve gelir gelmez sırtımı kalorifere dayayıp gecenin bir yarısına kadar bir solukta bitmişti. Tavsiye üzerine okuduğum kitaplar beni daha çok mutlu ediyordu. Benim yerim dört duvar arasıydı. Ve aklımda o tahta kapının eşiği vardı çoğu insandan daha samimi, renksiz sapsade... Ben bunları seviyordum, beni bunlar mutlu ediyordu.
Lâkin kalmadı. Ne eşiğinde beklediğim kapı nede dizinin dibine oturup sohbetini dinlediğim o dostlarım... Parayla sahip olamayacağım o insanlar artık öte âlemde yerlerini almıştı... Küçük olmanın dezavantajlarından biriydi bu ya da kendinden hayli büyük insanları dost edinmek... Babamda öyleydi. Ben senin yaşındayken filanca ile arkadaşlık eder onun sofrasına oturur tecrübe kazanırdım derdi. Eee babamın kızıyım ben... Veren de alan da uygun olunca ders çıkarmak zor olmasa gerek.
Şimdilerde memnun değilim ne işimden nede aşımdan. Günlük git, gel dört saatim sadece yolda geçiyor. Sabah erken kalkmak neyse de akşam dönüşleri trafik ile birlikte çekilmez bir hal alıyordu. Arabaya biner binmez kulaklığımı taktığım gibi edebiyat sohbetlerinden birini dinlemeye başlıyordum. Neredeyse her dinleyişte farklı bir gözle bakıp akşam eve gelince namazdan sonra kâğıt arıyordum evimde... Ekmeğe sarılan o kâğıtlara yazı yazmak nedense daha çok hoşuma gider cetvelle onları A4 boyutunda keserdim.
Hayalini taşıyıp peşinden gittiğim hiç bir şey için pişman olmadım ben. Yanlışlarım oldu, öfkeme yenilip silip attıklarımın yanında ne olursa olsun eşiğinden ayrılmam dediğim insanlarda...
Nereden, nereye... Kalmadı işte... Gidenler gitti, bitenler bitti. Hiç bitmeyecek zannettiğin ne varsa bitti ve toprak oldu...
Ey fani! Sineni delip geçen hasret senin sonun oldu. Umudumu, sevinçlerini aldı gitti. Ve bende kalan o derin söz kazındı hayatıma ASİL AZMAZ, BAL KOKMAZ...
Ey fani! Bir dikili mezar taşından başka neyin kaldı? Gözlerindeki yaş bile kurudu. Bir şehre küstün, gökyüzüne olan bakışın değişti, kuşları bile kıskanmıyorsun artık... Farkında mısın, kalemde tutmaz oldu ellerin... Hayatın cilvesine kapılmaması gönlün ne kadar iyi? Arkadaşların beş çayına çağırdığın da yalnızlık daha iyi deyip ertelediğin her şeyin aslında seni kendi içine ittiğini fark ettim mi? Nasıl yaparım diyordun. Marka takıntısı peşinde koşan, aynı masa da yemek yediğin biri kalkınca söylenmemesi gereken ne kadar onursuz kelime varsa arkasından kullanan, arkadaşın her hangi bir eşyasını görünce acaba hangi markayı giyiyor diye süzen bakışlardan kaçtın da ne oldu?
Alaycı bakışlardan daha ne kadar kaçabilirsin. İnsanlardan saklanır mı? Saklandığın kimdi, hiç düşündün mü?
Saçma sapan kalabalığın içinde kaybolup gitmektense onurlu bir yalnızlık mıdır gerçekten de seçtiğin?
Ekmeğini kazandığın işin sonu nereye götürecek seni. Birilerinin verdiği, elinden tuttuğu o kapıdan ne zaman geçeceksin hiç düşündün mü? Daha ne istediğini bile bilmiyor gibisin. Bundan sonra ki planın ne dediklerinde "bozulmamak" diyordun. Alaycı bakışların altında tek başına ölmekten bu kadar korkarken ayda bir diz çöktüğün sohbet mi seni iyi edecek?
Demlik, demlik çayı ne zamana kadar içeceksin. Bu yürüyüş, kendi içinde ki bu âlemin sonu seni nereye götürüyor farkında mısın? Derin bir yalnızlığın içinde takvim yapraklarından yırtılan günleri ne zamana kadar susturacaksın.
Sorular... Cevapsız bir sürü sorular... Yapım gereği biraz sinirliyim. İtiraf etmem gerek ama bir o kadar da sakin. Avuç içlerimde sakladığım umudum gitmesin diye nasıl sıkıyorum bilemezsiniz. Su aka aka yolunu bulur derdim su bir dağın eteğinde kalakaldı. Biriktikçe birikiyor ve ben onca birikimi susarak anlatamıyorum. Konuşsam şiveliyim. Ege den dün gelmişte İstanbul da kaybolmuş gibiyim. En ön saflarda dinlediğim o sohbetin tadı olmasa durulur mu buralarda?
Yoruldum. İliklerime kadar hissediyorum. Tren garında amaçsız bekleyen yolcu gibiyim. Nereye gitsem sığıntı nereye gitsem yabancı. Caminin bile kapıları kilitli. Sahi cami kapısı neden kapatılır?