Bana dair ne varsa bitirmekle mesul oldum. Tenin üzerindeki o ince zarı yolup, yolunu buldurmak gerekti; can denen şeyin... Söylenmemiş hiç bir söz yoktu. Ben, duymadıklarımın dışında değil duyduklarımın, gördüklerimin bana kattığını aşılıyordum...
Soluksuz kalmışım. Güneşin dünyayı aydınlatması ile beraber sönerken lambalar, cümlesi(hepsi) dökülüyordu kaldırıma dâhi yollara... Omuzlar, başlar önde; eller biçare cepte. Olabildiğince hızlı... Dört teker üzerinde grantuvalet gidende vardı, yama yapmaya erinmiş yırtık pantolonla gidende…
Parfüm şişesinin içinden çıkanda vardı, dupduru güzelliği ile mest edende... Ağız dolusu küfürler saçarak konuştuğunu zannedende, sessiz sedasız etrafı izleyip tebessüm edende...
Öfkesini dolduracak kap arayanda vardı, eşine dostuna gösteremediği nezaketi otobüste takınanda...
Güzelliğini gözlerinden çalan gözlerimin gördükleri de vardı, görmeyi istemedikleri de… Duymak için can attığımız sözlerde vardı, duymamak için sağır olmayı dilediğimizde…
Güzelliğini cemalinden çalarken, yeniden divana duranda vardı. Tövbe kapısını hiç çalmayanda…
Varlığı ile mutlu edende vardı, yokluğuyla mutlu edende...
Vardı... Vardık... Cürmüm kadar yaktım dünyayı... Semer bırakanda vardı, eser bırakanda...
İşinin ehli olanda vardı, umut tacirliğini zanaat sananda...
Vardık abi! Geldik, geçiyoruz...
Ağladığımız günlerde vardı, susup kandiller yaktığımızda...
Âdeme vurulan gönlümüzde vardı, nişanesini yüreğimizde ya da parmağımızda taşıdıklarımızda...
Ölenlerimiz de vardı, kalanlarımızda; ‘yerini buldu’ diyeler de oldu, ‘kaldım ne yapacağım!’ diyenlerde... Hiç bir şey olmamış gibi devam edenlerde oldu, yürek yangınını gözyaşı ile söndürmeye çalışan da...
Oldu... Olduk.
Sahi ne olduk?
Ne olduğunu bilende vardı, bilmeden avare avare gezende...
Arayıp hakikati bulanda vardı, bulduğunu zannedip batanda...
Yüreğim bir ummanda, korkuyorum. Kalemin ucu yüreğimde bilmediğim kelamları neşr ederken gönlüm, yazılan çizileni biliyor gibi... Sır dolu âlemin içinde kaybolan, bir bayrağın içinde gönderilen üç beş kuruş parayla dizilerinin üzerine çöküp ağlayan cüssemi toprağın altına koymaktan ar ederken; utanmadan, sıkılmadan tıka basa doyan, yüreğinde en ufak merhamet ve sevgi bulunmayan bedenlerinde toprağın altına koymaktan utanıyorum...
Toprağa ne ekersen o biçilir... Ağlamayan değil ağlayan bir gönül dikmek isteyende vardı, yaptığı pisliği utanmadan gün yüzüne çıkaran da...
Babasının başını taşla ezen evlatlarda vardı, “evlat(!)” demeye bin şahit isteyen, babasını oturtacak yer bulamayan da... ‘Keşke sağ olsaydı da!’ Diyende...
Geç kalanlarda oldu hiç acele etmeyenlerde...
Sıkıla sıkıla el pençe kapısına vardığımız insanlarda oldu. Kapısına varamadığımız insanlarda...
Kapısını açıp yok diyenlerde oldu, kapının ardına saklanıp çaresizliğimizi izleyenlerde...
Vardı... Vardı... Bizlerden türlü türlüsü vardı...
Bizler oluk gibiydik; kiminden nur akarken kiminden kir...
Ya temizleyemedik ya da temizlenmek istemedik...
Kolumuzu kanadımızı kıranda vardı. Kırk gönlü onaranda...
Yalnız kalmaktan Allah'a sığınırım. Tek olduğunu düşünen Şems’i bile kamerle örten Allah, hiç bizi tek bırakıp zelil eder mi?
Yüzünü sobada kızartanda vardı, edebinden kızaranda... Yemediği nane kalmamışken namus bekçiliği edende vardı. Hakikaten kendini bilende...
Bir yerlerde birileri hep vardı, vardık... Nerelisin sen? Sorusunun altında ne bilgiler yattığını bilende vardı. İnsan nereden olursa olsun, ‘insan’ diyende...
Feryat ederken çatlayan neyi hatırlıyorum... Rahmetli dedemin kavalına nefes yetirememiş kendimi de... Sazın bamteline dokunur gibi yüreğimize dokunan insanları da hatırlıyorum. Varla yok arası gezinen bi haber yaşadığım insanları da...
Kendini güzel hatırlatan insanlarda vardı... Adını dâhi anmak istemediğimiz insanlarda...
Çözülüyorum ilmek ilmek. Her bir boğumda durup nefes alıyor, başımı gökyüzüne kaldırıyorum...
Telaşım kalmamış, gitmeyi bekler gibiyim... Emellerim… Onlar ne olacak? Kavuşanda vardı, boş hayallere kapılanda... Kapıldığı yerde düşüp kalanda vardı, kendini bulup ayılanda...
Vardı... Vardık. Birileri bir yerlerde hep vardı...
Biz nerede, kiminle, nasıl ve ne haldeyiz? Bunu düşünün...
Ben...
“Ben bende değil, sende de hem sen, hem ben,
Ben hem benimim, hem de senin, sen de benim,
Bir öyle garip hale bugün geldim ki
Sen ben misin, bilmiyorum, ben mi senim” (Mevlana)