Dünya Emekçi Kadınlar Günü münasebetiyle çok şeyler söylendi, çok şeyler yazıldı. Nice etkinlikler düzenlendi. Kadın haklarına değinildi, övgüler düzüldü. Kadının toplum yaşamındaki yerinden, toplumsal barışa katkısından, sevgi ve fedakârlığından bahsedildi. Hemen her yıl aynı dizeler tekrarlanır, kadının toplumun temel direği olduğu, topluma sağladıkları katkılardan söz edilir. Hatta siyasette hak ettiği yeri alamadığından yakınılır…
“8 Mart Dünya Kadınlar Günü”, ya da bir diğer adıyla “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlandı. 100 yılı aşkın süredir kutlanan bu çok özel gün, elbette ki çok önemli çağrışımlarla yüklüdür…
8 Mart, dünyamızda kadın haklarının ne durumda olduğunun ve ne denli ilerlediğinin de sorgulandığı bir gündür…
Emekçi hakları hareketlerine dayanan ve BM tarafından da “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul edilen 8 Mart özel günü, bilinç yüklü erkeklerin de kadın hakları önünde saygı duruşuna geçtiği bir tarihtir…
Öykü artık çok iyi biliniyor… Tüm dünyada ses getiren eylemlere sahne olan 8 Mart’ın tohumları 1908 yılında, New York’ta zor koşullarda çalıştırılan 15 bin işçi kadının, daha kısa mesai süreleri, daha yüksek maaş ve seçme hakkı istemesiyle atılmıştı…
Egemen güçlerle yapılan sert yüzleşme kadın canlarına da mal olmuştu… O nedenle bugün, kadın haklarının kazanılması uğrunda can vermiş olan cesur kadınlar da saygıyla anılmaktadırlar…
Bu yıl 8 Mart, kadına şiddetin cinayetlerin de ciddi biçimde gündem oluşturduğu bir ortamda kutlanması da gerçekleri göstermektedir. Bilindiği gibi 25 Kasım da, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararıyla, 1999’da “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edilmiştir…
Neden mi 25 Kasım seçildi? Bu günün seçimi, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde meydana gelen bir kadın dramıyla ilgilidir…
Kadına saygıyı bir dizeyle anlatalım:
“Gökyüzünde ay, Petekte bal, Sevgilinin elinde ‘gül’ değiliz…
Bir elmanın yarısı, Ya da ‘Namus belası’ olmak değil derdimiz… Ne bir cennet isteriz ayaklarımızın altında, Ne de Namus belasına bir cehennemde yaşamak…
Çünkü biliriz; Nasıl koparılıp atıldığını dalından, Nasıl kırıldığını kolunun kanadının ‘Gül’ olunca kadınların…
Mezara gömülür gibi gömülüp evlere, Nasıl tarumar edildiğini umutlarının…
Ve bu sebeple; Ne sevgilinin elinde, Ne de dalında gül değiliz.. En az yarısıyız yaşamın ve en az yarısını üretir nasırlı ellerimiz…
Ay değiliz gökyüzünde Aya da benzemeyiz. Ne onu, ne de on dördüyüz ayın. Yani ne ay olmak isteriz, Ne de Dışında ve ötesinde olmak yaşamın…
Kumaş dokuruz fabrikada, Yün eğiririz, Tütün ekeriz tarlada, Tütün sökeriz, Tütün dizeriz iplere, Yoksulluğumuzu dizer gibi dizeriz… Türkü söyleriz fabrikada, tarlada türkü söyleriz, Umutlu güzel günlerin türkülerini…
Doğurur ve büyütürüz çocukları, Biz olmadan büyümez çocuklar, Umutlar da öyle…
Biz olmadan yarım kalır türküler, Sevgiler de öyle…
Biz olmadan ne yeşil, yeşildir, Ne mavi, mavi…
Yani; Rengini bulamaz renkler biz olmadan ve mitler ümit olmaz, Kadınların eli dokunmadan…
Ne varsa dünyada insan eli değen, Anası toprak, Babası emektir. Ve kadın; Güneş gibi, Su gibi, Toprak gibi, Hayatın ta kendisi demektir…”
Kadınlar, Analarımız bizi dünyaya getiren veli nimetimizdir. Kadınlar bacılarımız, Kadınlar çocuklarımız, kızlarımızdır. Kadınlar başımızın tacıdır…