Trump’ın 47. ABD Başkanı olmasıyla birlikte Uluslararası alanda kurulan ilişkiler, ittifaklar ve müttefiklik ilişkileri son derece değişken ve kaygan bir zemin üzerinde seyretmeye başladı. Bu da uluslararası ilişkiler alanına yönelik isabetli öngörülerde bulunmayı oldukça güç bir hale getirdiği gibi sömürgecilik ve savaşları ortaya çıkarmaya mı başladı?
2. Dünya Savaşı sonrasında (1946), ABD ile SSCB liderliklerinde, Doğu Bloğu ile Batı Bloğu arasında kurgulanan iki kutuplu küresel sistem, Sovyetler Birliği’nin dağılması (1991) sonrasında yerini Atlantik merkezli tek kutuplu küresel sisteme bırakmıştır…
Dünya nüfusunun 8 milyarı aşmaya başladığı bir dönemde yaklaşık 800 milyon nüfusa sahip Batı (ABD-AB) merkezli küresel sistemin ve araçlarının çok uzun zamandan buyana, dünya genelinde meydana gelen, adaletsizliklere, çatışmalara, savaşlara, vesayet savaşlarına, terör saldırılarına, ekonomik krizlere, adaletsizliklere, sömürgeci zihniyete sahip güçlü tarafların zayıf mağdur durumdaki taraflara acımasızca engellemedikleri saldırdıkları görülüyor…
Çok kutuplu uluslararası sistemin nasıl ve ne şekilde inşa edileceği büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda çok kutuplu uluslararası sistemin inşa edilme sürecinde yeni bir güç ve güvenlik mimarisi çerçevesinde küresel siyasetin dinamiklerinin en adil biçimde şekillendirilmesine yönelik beklenti yüksektir…
BM ve NATO etki alanları azaldığı ve ülkelerin ve liderlerin daha belirleyici rol oynadığı bir dünya düzenine doğru gidiliyor…
Bu süreçte Türkiye’nin, sahip olduğu konumuyla bölgenin anahtar devleti olma özelliği ile bölgeyi yapılandırmasının yanında küresel sistemin işleyişi konusunda sunduğu çözüm önerileriyle sistem değiştirici küresel bir aktör olduğu, en başta ABD, Rusya ve Batılı liderler tarafından sıklıkla ifade edilmektedir…
Türkiye, Akdeniz’de, Ortadoğu’da, Ege’de, Karadeniz’de, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Orta Asya’da, Afrika’da, Türk ve Müslüman nüfusun yoğun olduğu Batı coğrafyasında ve dünyanın diğer bölgelerinde gündeme gelen uluslararası krizlerin çözümü noktasında son derece başarılı ve takdir edilen küresel bir aktör ülke haline gelmiştir…
Türkiye’nin yakın dönemde; Azerbaycan’ın Karabağ’daki Ermeni işgalini ortadan kaldırırken vermiş olduğu güçlü desteği, Libya konusunda, Gazze Konusunda, Ukrayna konusunda, Suriye konusunda ve Afrika Boynuzu ülkelerinden Etiyopya ile Somali arasında devam eden Somaliland krizinde sergilediği girişimleri herkes gördü…
Bu konuya somut bir örnek vermek gerekirse; ABD Başkanı Trump, Ukrayna-Rusya savaşını sonlandırmak için Rusya ile barış görüşmelerine başladı. Görüşmede yaşananlar herkesin malumudur.
Bu görüşme öncesinde Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek üzere Türkiye’ye gelerek görüştü. Söz konusu görüşmenin ne şekilde cereyan ettiği de medyaya yansımıştı…
Bu konuda geçmişte olduğu gibi mağdur duruma düşen ülkelerin günümüzde de güvenilir bir kurtarıcı olarak gördükleri Türk Devletine sığınmaları görüldüğü üzere tesadüf değildir…
Rusya, pan-slavizm kimliğinin sancak taşıyıcısı olabilmesi için, Ukrayna’nın kendi yanında ve kontrolünde olmasını istemekteydi: Buna karşın ABD ve AB ülkeleri ise Ukrayna’yı yanlarında olmaya ikna etmişti!
Yine o dönemde ABD ile Rusya’nın acaba uzlaştıkları bazı bölgelere ve konulara yönelik olarak perde gerisinde işbirliği yapıştıkları, nitekim de Rusya- Güney Kıbrıs’tan sınırlı seviyede de olsa çıktı ve yerine ABD gelip yerleşti…
Uluslararası alanda kurulan ilişkiler, ittifaklar ve müttefiklik ilişkileri son derece değişken ve kaygan bir zemin üzerinde seyretmektedir. Bu da uluslararası ilişkiler alanına yönelik isabetli öngörülerde bulunmayı oldukça güç bir hale getirmektedir…