Şeytan, arkadaşının omzunun hizasındaydı...
Yemek yenilecek birer kahve içilecekti... Başı önde, eli cebinde aheste aheste inerken metrodan, yasağın delileneceğine dair espriler havada uçuşuyor, dalgalar geçiliyordu... Topu topu üç beş kişiydik, işte...
Hiç girmediğim ortamlardan birine girecek olmanın endişesini taşıyordu içinde...
Akşam ezanı yükseliyordu semada.
“Allah’u Ekber, Allah’u Ekber”…
Hava iyice kararmış, malum Aralık hafiften hissettiriyordu kendini...
Bir kurban seçilmişti... Feda edecektik. Çıktığını düşündüğü bir daha düşmem dediği o uçurumun kenarında dolanıyordu...
Yer İstanbul...
Gecenin karanlığında Maltepe sokaklarında, eli cebinde dolanıyor, günahın masasına oturup içindekileri tüketmek üzere...
100 metre ilerideki dört minareli caminin turuncu ışıklarına takılıyor gözleri, içine bir ateş düşüyor. O ateşin etrafında ‘Allah'ım ne olur, düşürme beni. Ne olur bir işaret gönder’ diye dua ediyor...
“Duanın kabul olması için, temiz bir dil gerek" diye bir söz duymuştu, korkuyor ya kabul olmazsa diye ama yine de bırakmıyor. Bi umut...
Camiyi arkasında bırakıp devam ediyor... On dakika kadar yürüdükten sonra “Mahalle’nin Muhtarları" dizindeki kahvenin son durumunu görüyor... Mekânlarda, insanlar gibiydi işte değişiyordu...
Derin bir iç geçirdikten sonra eski kahvehanenin karşısındaki bir mekâna giriyor...
Yanına yaklaşan siyahlar içindeki, sakallı adamdan talep ettiğini getirmesini istiyor...
Yudum yudum içiyor. Şeytanın gülümsediğini görür gibiydi... Ağlayacak oluyor kendi hâline, yapamıyor...
‘Ne yapıyorum’ diyor, bir yandan da aklını bırakıyordu masada... Aklındakileri, yüreğindekileri her yudumda biraz daha masaya koyuyordu, konular sonradan gözlerinden yaş olup süzülürken gözlerinden düşen her parça kadar unutuyordu...
Ağlamak, unutmak için alıyordu yudum yudum...
Amacına ulaşmıştı ya da ulaştığını düşünüyordu...
Telefonu eline alıp son bir kez aramak için kapının önüne çıktı 1..2..3... çalan telefonu açan olmamıştı..
Bir selam verse bırakacaktı, bardağı. Olmadı...
İkinci bardağı istedi...
Bardağın dibini bulduğunda telefonu eline tekrar aldı, ne kadar mesaj varsa onunla beraber silmişti, numarası ile beraber…
Aramak yok artık dedi, kendi sesini duyacak şekilde... Aramak yok...
Daha önce yazdığı cümleyi anımsadı; “Bazen bulmak değil, aramaktır şifa”…
Üçüncü bardağında dibini bulmuştu…
Dördüncü bardağı isteyecek oldu, arkadaşının ‘dur, fazla kaçırdın sözüyle’ içemedi... Gözünü dışarıya dikti... Kalkıp gitmek istiyordu, içinde yanan ateşini havanın buz gibi kollarına bırakmak...
Ceketini alıp, kapıyı açan görevlinin gösterdiği yerden dışarıya çıktı... Adım atacak oldu, hafif sendeleyince arkadaşı tuttu...
Arkadaşının yüzüne bakıp, ‘ben iyiyim’ dedi. Ben iyiyim...
İyi değildi işte... Dört yılını heba etmişti. Hiç olmaktı niyeti ama böylesi hiç olmak değildi...
Abdest aldığı su utandı, dua okuduğu dudakları utandı, küstü...
O kendine küstü... Küsen yanını alıp, zar zor atmıştı kendini taksiye...
Ve saat gece yarısı 12,1...
Son kez baktı telefonuna... Son kez aldı eline... Sonra komple kapatıp koydu başını yastığa...
Uyumak istiyordu, gözleri kapanıyor, başı da sürekli dönüyordu... Hiç ortan yok diye kızdı kendi kendine...
Utancını saklayacak yer bulamıyordu... Sabah olunca ben ne yapacağım diye düşündü... Sabah ezanı okununca...
Namaza durmak istemedi, bu kafayla mı? Diye sordu kendi kendine...
Sen ne yaptın? Dedi sonra... Sen ne yaptın?
Masadaki arkadaşın bence doğrusu bu hem namazını kılıp hem içebilirsin. Yeter ki kendini kaybetme sözü aklına geldi…
Kendini kaybetmeyecek kadar... Yaptığını bir kılıf aradı, bulamadı...
Allahtan utanmayan, kuldan utanır mı? Diye sordu kendi kendine...
Utanmamıştı. Bir şeyler yolunda gitmiyor diye, ağlayayım diye, uyuyayım diye devirmişti bardakları... Yıllar önce yaptığı gibi…
Artık düşmüştü uçurumdan aşağıya... Tekrar bulana, bulabilene aşk olsun...
Oysa hocası ipi uzatır lâkin kesmezdi... İçine bir güneş doğdu... Tekrar yapabilirim dedi, tekrar doğrulabilirim...
Dört sene aradan sonra başa dönen sen tekrar düzelsen ne olacak dedi, kızarak... İçine doğan güneşin gecenin ardında kalmıştı…
İçindeki sesi bastırmak adına başını yastığın altına koydu... Gözlerini kapattığı anda başladı aynı sorgulamalar...
Film kopmuştu... Bir kereden bir şey olmaz diye bir kere daha düşmüştü artık o çukura...
Yasak edilmiş olanı ezip geçmek, Allah'ın hükmüne karşı gelmek değil de neydi? Hüküm ayetle sabitti...
Tövbe estağfurullah tövbe estağfurullah tövbe estağfurullah...
Bilip ettiklerime. Bilmeyip ettiklerime...
Yeniden başlamaya Bismillah... “Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Furkan70)