PİRİNCİN TAŞLARI
Koranavirüs canlarımızı çok sıktı. Gelin bugün nostalji yaşayalım. Eskilerde yaşanılmışlarla beyinlerimizi biraz da olsa dinlendirelim. O günleri yaşamamış ve görmeyen yeni gençlerimize de okutalım…
Develer tellal, pireler berber iken, Samsun cigarasının içinden odun çıktığı günlerde… İstanbul’la Ankara arasında alo diyebilmek için santrala yazdırıp altı saat beklediğimiz, cep telefonunun sadece Kaptan Kirk tarafından kullanıldığı, sokaklarda burnuna halka takılmış ayı oynatıldığı, kalantorların Murat 124’e bindiği, Anadol’un inekler tarafından yenildiğine inanılan. Mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, tencereleri kalaylattığımız günlerde, salça sürülmüş ekmek dilimi dönemlerinde…
Avaramu’yu ezberleyen kızlar Raj Kapoor’a hastayken, Ömer henüz turist bile değilken, Vahi Öz’e güldüğümüz, zavallı Ayşecik’in zengin babasından habersiz, kötü kalpli üvey anne yanında çile çektiği, n’ayır n’olamazlı sinema yıllarında…
Cem Karaca’nın İzmir fuarını zangır zangır salladığı, Özay Gönlüm’ün yaren’ini tıngırdattığı. Yerli Elvis Erol Büyükburç’la kalipso kralı Metin Ersoy’un gazinoları inim inim inlettiği, Cemal Kamacı’nın kroşe patlattığı, Metin Oktay’ın ağları deldiği, Kasetleri kapışılan Arif Susam’ın oo-ooo Ahmet Bey, Vahap Bey de burdaymış diyerek sintizayzır çaldığı günlerde, Ümit Besen’in, masasının ayağı kırık, pantolonların paçası bol, Kastelli bankerken…
Muavinli dolmuşçuların Orhancı - Ferdici diye birbirini solladığı, Mustafa Keser’in İzmir Tepecik’te dolmuş şoförlüğü yaptığı zamanda. Arabeskli sabahların, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili akşamlarında, mum ışığının gölgesinde parmaklarımızı eğip bükerek duvarda tavşan yaptığımız, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz günler...
Killing okuduğumuz, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda arkası yarın’lara kulak verdiğimiz ki, uyarlayan Çetin Köroğlu, Ayıptır söylemesi Arzu Okay’ın rüyalarımıza girdiği, Martin Luther King yaşarken, Sadun Boro’nun kısmet’iyle dünya turuna çıkmasına heyecanlanıp, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük’ün kaleme alındığı, sutyen’in bile nerdeyse porno kabul edildiği, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrumlu süngerci zannedildiği, şehirlerarası otobüslerde sigara içildiği, damalı taksiler çağından bahsediyorum…
İzmir de Keban Pavyonu bile yokken, İbrahim Tatlıses demirciyken, nüfus 40 milyon, Hababam öğrencileri ilkokuldayken. MTA Sismik-1 Hora’nın uzay mekiği muamelesi gördüğü teknoloji fukaralığındayken…
Doktor Richard Kimble babamızın oğluymuş gibi, şerefsiz Falconetti’ye küfürler ettiğimiz. Polisimizi Komiser Colombo, hukukumuzu Avukat Petroçelli’den ibaret sandığımız. Kapı gibi adam Mc Millan’ın aids’ten ölene kadar eşcinsel olduğunu bilmediğimiz hayal kırıklıklarında…
Kunta Kinte gibi zenci olmadığı halde, Isaura’nın neden köle olduğunu anlayamadığımız, yamuğunu gördüğümüz arkadaşlarımıza 'n’aber lan Ceyar' diye seslendiğimiz. Saat kurup sabahın kör karanlığında kalkarak, uykulu gözlerle Muhammed Ali’nin maçını seyrettiğimiz, onunla birlikte kelebek gibi uçup arı gibi soktuğumuz masum tiryakiliklerde…
İstanbul’da basılan gazetelerin ülkeye ertesi gün ulaşabildiği, sadece TRT’nin var olduğu, haberleri Jülide Gülizar’ın, Zafer Cilasun’un okuduğu, Can Akbel’in “Donsuz geceler dilediği hava raporu sunduğu, bizim ahali akıl edemez diye, 'televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız' diye uyarı yazısı koydukları, Çamaşır makineleri merdaneli ve dönüp bakıyoruz geriye…
Wi-fi’larımız, iPad’lerimiz, akıllı telefonlarımız, çanak antenlerimiz yoktu ama galiba daha mutluyduk...