Ölüm, uykunun kardeşi değil mi? Bırakın uyuyayım.
‘Dışarda hayat var’ dedin. Baldırı çıplak et yığını bildiğin
Neresinden tutarsan tut, hesap tutmaz mizan zarar verir.
Bırak bu işleri hesabı çetin kesilir...
Ölüm, uykunun kardeşi değil mi? Bırakın uyuyayım.
İçerde seccadeler yazılı, beden içi yünlü döşeğin üzerinde atılı...
Ya al ruhunu koy alnını secdeye ya da at gitsin bedenini çöpe...
Çiğ Çeribaşı! Söz söyledim zannetme, ettiğin kelam ötelerden gelir.
Yunusun eğri diye ateşe atmadığı odun bile değilsin.
"ölüm var" derken boş boş gezersin...
Dışarda hayat var, dedin. Baldırı çıplak et yığını bildiğin…
Yaptığım, yapmaya çalışıp yarım, çelimsiz cümlelerle sorduğum sorularda hep bundan ibaret bütün bu cahilliklerimi toplayıp yoluna seferiyim, gelemesem bile izindeyim. Bursa’yı, Tuzla’yı es geçtim. Bartın, Samsun derken Kayseri ve Konya’yı son seferime eklerim. Ölüm yok ya sonunda… Gerçi olsa kaçtan yazar benim ki bana zarar ziyan. Üç beş derken 9 günlük seferdeyim… Ayaklarımın gelemediği yere yüreğimi gönderirim… Yapacak bir şey de bulamam...
Gönül dostu birine seferler yoruyor mu, ne zaman bitecek? Demek ona yapılan haksızlıklardan bir tanesidir. İşini, hayat anlayışı yaptığı ve inancını yaydığı o kutsal yürüyüşü görmezden gelmenin, anlamıyor olmanın ifade etme şekli sayılır. Onlarca Allah dostu İstanbul’a nerelerden gelip gömülmemiş mi? Bütün bu cevapları kabul eder, inanır lakin yüreğimizin bir sürü sorduğu soruları cevap bulamaz endişe ederiz. Bu yüzden gurbete çıkandan çok geride kalan sıkıntı çeker galiba… Alnından boncuk boncuk akan terleri silemeyip karşıdan öylece izlediğimizde boynumuz değil yüreğimiz burkulur… Hasta mı? Diye düşünür endişe yuva eder. Bu yüzden bu endişeyi de çok görmemek gerek diye düşünüyorum. Rikkat gereken kişiler ve olaylar içerisinde olduğunu unutmamalı insan ona göre düşünüp, konuşması gerekir. Hepsini bir kenara bırakıp yine de sormak istiyorum;
Ölüm mü çağırıyor seni nedir bu acelen? Hırkanı giyip, şöyle bir iki tur gezsen. “Hayatını yaşa” diyenlere ‘gezdim, gördüm’ desen… Ölüm mü çağırıyor ki seni nedir bu acelen? Daha gül bahçesinin işi bitmedi, kendini bilmez gençlik yadigâr diye gâvur atına bindi…
İnsanlığın cılkı çıkmış, balçık sofra önünde… Ölüm mü çağırıyor seni nedir bu acelen?
DEDİRTMEZSİN. “ÖNCE BESLER SONRA YER SENİ, SON GÜLEN İYİ GÜLER” diye de eklersin.
Nasıl çay içilir, randevu nasıl alınır demezsin, adres vermez toprak altını işaret edersin. Onca gülü dikenden ayırmadan nereye diye sormazlar mı?
Hayırdır, ölüm mü çağırıyor ki seni nedir bu acelen?
…Eyvallah, seviyorsun, gitmeyi de acelemiz yok diyorsun, kimse eceli gelmeden ölmez diye ekliyorsun ama camlara baktırıp yolları da küstürtme. Git, gittiğin yerde kalanı yarım bırakma. Geç tanıyıp erken kaybettim dedirtme… Velhasıl kelam ektiğin tohumların fidanlarını hele bir gör… ( âmin)