Her gün izlediğimiz televizyon haberleri, okuduğumuz gazete haberlerinde hep saldırganlıklarla ilgili haberlerin çok olması ve televizyon haberlerinde görülmesi, insanların nereye gittiğini gösteriyor. Tahammülsüz, asabi, beklemesini bilmeyen, dokunsan kin, mefret püsküren insanları karşınızda buluyorsunuz. Hatta hastalandığımızda, kaza geçirip yaralandığımızda, kalp krizi geçiren yakınımızı götürüp hastanelerde teslim ettiğimiz, sağlık personellerine bile şuursuzca saldırıyoruz. Bu saldırganlık nedir?
Konuyu araştırıyorum. Yol vermeme meselesinden hamile kadın sürücüye, yaşlı insanlarımıza, sokakta yürüyen kadına kılıçla saldırıp öldürmeye, çocuğunun annesi kadınını sokak ortasında döven, öldüren insanlar nereye gidiyorsunuz?
Bu kadar başını alıp giden saldırganlıklar sonucunda sevk edildikleri Adliye’den, mahkemelerde kontrollü serbestlik ile serbest bırakılmaları bu olayların cezasız kaldığını gören suç işleme potansiyeline sahip kişileri tetikliyor mu?
Bütün bunların karşısında Türk Ceza kanunu yetersiz ve kanunların yeniden gözden geçirilip cezaların değişmesi mi gerekiyor? Bütün bu soruların cevabını araştırmaya çalışıyorum ama bende çaresiz mi kalıyorum yoksa? Peki bunlara kim dur diyecek?
Bir zamandır ne kadar tahammülsüzleştiğimizle ilgili gözlemlerimi, çaresiz kalınca, biraz da tiye alarak sizinle paylaşmak istiyorum. Özellikle trafikte gözü dönmüş sürücüler, market kasasında 2 dakika bekleyemeyenler, Canımızı yakınlarımız teslim ettiğimiz Doktor ve sağlık personeline tahammülsüzce saldıranlar ve buna daha pek çok benzer durumlar. Bu tahammülsüzlük en çok da, yakınmamıza karşı düzen eleştirilerine…
Kendimize de ucu dokunacaksa örneğin, alıştığımız ama hep yakındığımız sesin dışındaki o sese de tahammül edemiyoruz. Nicedir yayınlarda da fark ediyorum. Bu saldırganlığın eskiden sayıları bu kadar fazla değildi. Hastanelerde, canlarımızı emanet ettiğimiz doktora, sağlık personeline saldırmak bile günlük olay gibi gelmeye başladı…
Siyasette de bunun bir karşılığı var. Belki de en doğru tanımı değil ama en anlaşılabilir şekliyle; algı politikası. Var olan ya da olması muhtemel durumdan ziyade; görülmesi istenene dair yaratılan algıyla kitleler yönlendiriliyor. Tarih boyunca propaganda aracı olarak kullanıla gelmiş algı yönetimi; elbette karşınızdaki kitlenin alt yapısı ile de doğrudan orantılı oluyor. Hal böyle olunca da yine o bildik aktörler algı yönetimi devreye giriyor ve soran sorgulayan yani “sizden” olmayan herkesten tabur tabur düşman üretiliyor…
Küçük toplumda hemen herkesin birbirini bilmesi nedeniyle çok da işler olmayan algı yönetimi, şimdilerde hem yaşadığımız coğrafyada hem de dolaylı yoldan bizim de aktör olduğumuz pek çok olayda karşımıza çıkıyor. Çocukluğumuzda, okuduğumuz
Teksas, Tomiks, Gır Gır dergilerini okumakla geçmiş bir insanımız olarak, o dönemin Türkiye’sinde, siyasetçilere yönelik mizahi eleştirilerin ancak %1’ini bugün görebildiğimizi söyleyebilirim. Basında artık siyasi mizahlar bile yapılmamaktadır…
Pandemi sonrasında tüm dünya ülkelerini etkileyen aşırı fiyat artışları, ekonomik durum anlamda içinde bulunduğu ve bizi de son derece yakından ilgilendiren bu kötü durum, gerek gerileyen haklar anlamında, insanca yaşamanın her geçen gün zorlaşması ve en temelde alım güçlerinin düşmesi insanları zor duruma sokmaktadır…
Dış siyasete gelindiğinde, Türkiye karşıtı” AB ülkeleri bazı ülkeleri Türkiye’ye karşı kışkırtması da kabul edilemez bir durumdur. Türkiye her zaman sınırlarını korumakta karlıdır. Daha önceki tecrübeleriyle hak edenin hakkını vermekte de gecikmez. Mesela; “Bir gece ansızın gelebilirim” Bu bir şarkı adı değildir. Türkiye’ye çemkirenler iyi düşünmelidir…