İnsanlık tarihi boyunca toplumlar iktisadî, idari, sosyal ve kültürel birçok alanda sürekli bir gelişim içerisinde olmuşlardır. Geçmişten gelen birikim ve tecrübeye dayanan bu doğal kalkınma süreci, çeşitli sebeplerle her millet için aynı hızda olmamış, toplumların ilerlemeleri arasında farklar ortaya çıkmıştır.
Dinimizin öngördüğü kalkınma modeli ise, insanın dünya ve âhiret mutluluğunu beraber gözeterek koyduğu esaslarla insan refahı ve toplumsal kalkınmanın temellerini oluşturmuştur. Ancak bu temeller üzerinde sağlam ve sağlıklı bir medeniyetin inşası mümkün olabilmiş, hayatın tüm alanlarında ilerleme sağlanırken toplumun inanç ve ahlak altyapısı da ihmal edilmemiştir.
Kur'an-ı Kerim’de “isti’mâr”, “istihlâf” ve “hayât-ı tayyibe” kavramlarıyla, insanın yeryüzünü imar vazifesine yetkili olduğuna, insanın yeryüzünde söz sahibi kılındığına ve iyi davranışlarda bulunduğunda dünyada huzurlu ve düzenli bir hayatın mükâfat olarak sunulduğuna işaret edilmektedir. Ayrıca dünyadaki refah ile sadece gelir seviyesinin yüksekliği anlaşılmamalıdır. Eğitimden sağlığa, toplumsal dayanışmadan yönetime, aile bütünlüğünden ahlaki uygulamalara kadar uzanan çok boyutlu bir gelişmişlik seviyesi söz konusudur.
Bizler yeryüzünü imar etmeye geldik. Allah bizi yeryüzünü imar ve ıslah etmeye (Hud/61) gönderdi. Ancak gönül dünyamızı imar etmeden yeryüzünü imar edemeyiz. Bizim öncelikle gönül dünyamızı imar etmemiz lazım. Yeryüzünü imar etmeyi çeşit çeşit, konforlu, herşeyi düşünülmüş, akıllı lüx binalardan ibaret beton duvar ve gökdelenler dikmekten ibaret saydığımız sürece yeryüzünü imar edemeyiz. Milli ve manevi değerlerinden bağımsız olarak modellenen bir yapı bizi barındırmaktan öteye geçemediği gibi sadece soğuk ruhsuz bir beton yapı olarak kalacaktır.
Camilerimizi okullarımızı kurumlarımızı evlerimizi inşa ediyoruz. İnşa ettiklerimizin içini imar etmeyi ihmal ediyoruz. İmar etmek inşa etmekten çok daha zor ve kapsamlıdır. Örneğin; camilerimiz sadece namaz kılmak için değil hayatın nabzının attığı, herkesin gelip kendisini de imar-ihya ettiği, huzur mekanları olmalıdır. Camilerimiz müminleri birleştirerek imar eden bir mekandır. İman, ibadet, birlik mekanıdır camiler. Aynı zamanda birer özgürlük mekanıdır. Oradan ayrılırken üzerinde bıraktığı pozitif enerjiyi iç huzuru dışarıda da yaşatmanın yolları aranmalıdır.
Yeryüzünün ıslah ve imar edilmesinde insanın aklı, gönlü ve ahlâkıyla beraber imarı önceliklidir. Çünkü insan helal, haram, adalet, infak, hak vb. kavramlarla kendini eğitip ıslah ve imar etmeden, medeni bir kişilik kazanmadan çevresini, dünyayı imar edemez. Bu durum, şu veciz sözle ifade edilmiştir: “Âlemin imarı âdemin (insan) imarından geçer.” Bu ihtiyaçtan hareketle her insan, özel olarak da her Müslüman hem kendini hem de yaşadığı âlemi imar etmekle yükümlüdür. Aynı şekilde kurumlarımız ve eğitim müesselerimiz için de geçerlidir. Buralara gelenlerin taleplerini karşılamak adına onları en doğruya yönlendirmek için fazlaca emek sarfetmek gerekse dahi bunu uhrevi bir vazife bilip göz ardı etmemeli, insanı insan olduğu için sevmeliyiz. Ticarette, alışverişte, sözleşmelerimizde hile ve yalana başvurmadan ilkeli olmalı, hak sahibini kendi aleyhimize de olsa gözetebilmeliyiz.
Bugün insan mutsuzdur, çünkü hastadır. Hastadır, çünkü ihmal etmiştir. İhmal etmiştir, çünkü yanılmıştır. Yanılmıştır, çünkü her işinde kendine yontmayı kar zannetmiştir. “Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder” sözü hepimiz için anlamlı bir uyarıdır.