Cumhurbaşkanlığı 2. Tur seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açık ara fark ile kazanması ile birlikte, Bazı partilerin genel merkezlerinde karartma, bazılarında ise sevinç ve hareketlilik vardı. Sevinçler gövde gösterilerine dönüştü. Kutlamalar sokaklara taşmaya başladı. Üzüntü ve sevinç, aşırıya kaçmadığı sürece iyidir…
Sandık sonuçları açıklandıkça, pazar akşamı İstanbul’un, Anakara ve İzmir’in zengin semtlerinde sessizlik, vicdansız kişilerin günlük fiyat artışları yapması sonucu, soğanı, patatesi, adet ile alma noktasına gelen mahallelerde coşku vardı…
14 Mayıs seçimlerinde Cumhur ittifakına çıkan oylar sonucunda, Depremzedeler hakaretler yağdıranlar, Allah’tan gelen afetlere boyun eğmeyip, yaptıkları yardımlara başa kalkanların sözleri, o kesimde bulunan insanların zoruna gitti. Senede bir kez de olsa tatile çocukları ile gidebilen “hain” zümre kıt kanaat geçinenler için de mücadele etti ve kaybetti sözlerini ortaya yayanlar ve teröre kucak açmaları nedeniyle seçimi kaybettiler!
O kesimde de hayal kırıklığı oluştu. Hakaret etmenin, Allah için yapılan yardımların başa kalkılması, küfür hakaret edilmesinin, teröre kucak açmanın cezası oldu…
Hayal kırıklığının kaynağını, olan beklentiyi iyi anlamak lazım.
Bu beklenti yalnızca Türkiye’de değil, Yurt dışındaki Türkiye’ye boyun eğdirmek isteyen ülkelerin ve Toplumların tüm “bunları” görecek, anlayacak, uyanacak ve değişmesi gerekecek hale getirdi...
Deprem olunca yerküre fiziki değişime uğruyor ama muhatap olunan sosyoloji değiş artık diyerek değişmiyor. Bu değişime direncin sebeplerini iyice anlamayıp dışlayarak aday ve söylem ortaya koydukça da direnç kronikleşiyor. Öfke haklı da olsa etrafı her türlü pislik götürse de ne yazık ki ikna oluşturmuyor…
Türkiye’de giderek siyasete fark yaratacak derecede hâkim yeni bir zümre var. Varoşlarda yetişen genç zümresi. Bunların tümü de şu an varoşlarda değil ama yolları bir şekilde oradan geçmiş. Varoş kültürü ile hemşerilik ve akrabalık üzerinden bağlantıları olanların önüne altüst olan ekonomi sosuna bandırarak da olsa Kılıçdaroğlu’nu koymak hata idi. Meral Akşener defalarca karşı çıkmasına rağmen, kalktığı masaya son dakika masaya dönmeye ikna edildi veya mecbur edildi…
Bu Varoşlar öncelikli olarak din ve yer yer de içinde Atatürk olmayan ucube bir milliyetçilik doğması etrafında toplandı.
Bunların bir kısmı bulundukları metropollere uyum sağladı.
Zaman geçtikçe bunlar camiden daha sık AVM’ye gitmeye başladı.
Bu kesimin alım gücü düşünce AK Parti’ye muhalif olmaya başlamıştı. Kılıçdaroğlu’nı kurtarıcı gördü ama Terör örgütü ile gizli birleşmesi, bu Varoş insanlarını yine Başkan Erdoğan’a çevirdi. Muhalefet için siyasi fırsat tam da bu noktada oluştu…
Dolayısıyla istenilen aday bulunmadı. Masada bulunan ortaya çıkarıldı. Desteklersin ya da desteklemezsin ama Rahmetli Özal buna iyi bir örnekti. İlk siyasi deneyiminde partisini tek başına iktidara taşırken, askeri rejimin iktidar diye işaret ettiği partiyi 3.cü çıkardı.
Kılıçdaroğlu en başından itibaren parti başkanı olarak fırsat benim aklı ile gitti. Akşener savunmasında haklı idi…
Kılıçdaroğlu ciddi kararları pencereye değil aynaya bakarak verdi. Ceremesini yaptığı tercih ile gönül veren halk çekecek.
Demokrasinin de bir bedeli var!
Hem seçmen hem de siyasetçi için…
Bu bedeli seçmenin ödeyip siyasetçinin ödememesi siyasetçi açısından hukuka uyabilir ama hakka ve adalet duygusuna sığar mı?