Pazar günü “Babalar Günü” ile ilgili duygularımı yazmak istedim. Bulunduğum yerde ne bilgisayar, nede internet olmadığı için Babalar günü yazımı bugüne bıraktım. Zaten Anneler günü, Babalar günü bir gün ile bitmez…
Gerçekten de insan yaşadığı müddetçe Ebeveynlerini unutamaz. Çocuklarına hayat veren Anneler, Babalar unutulamaz. Hep rüyalarında, hayalindedir hayata veda eden Ataları. Karşınıza çıkar, aklınıza girer pek çok yerde, hayatınızda, ticaretinizde, olayda. Hele hele benim babam gibi oldukça belirleyici, etkili birisisiyse…
Herkesin Babası uludur. Herkesin babasıyla anıları yaşanmışlıkları ve bir hikâyeleri vardır. O yüzden benim babamı anlatmak istiyorum. Benim Babam 1915 doğumlu Babam gece saat 03,00 de dünyaya gelmiş, sabah saatlerinde evin kapısı çalmış ve Askerler, Çanakkale Savaşı için asker topluyorlarmış. Babamın Babasını (Dedemi) Çanakkale savaşı için alıp götürmüşler. Babam gün geçtikçe büyümeye başlamış ama Babamın Babasının bir fotoğrafı bile yokmuş. Babam, Babasını hiç görmemiş ve Babamın Babası Çanakkale savaşından geriye dönememiş. Babam, Babasız yetim olarak büyümüş ama fotoğrafı dâhil babasının hiç yüzünü görmemiş. İşte benim Babam böyle bir adamdı…
Evlatlara ve Babalara, “kıssadan hisse”… Tabii ana candır, ana yardır, ana doğuran, koruyan, kollayandır; cennet onların ayağının altındadır ama babalara da haksızlık etmemek lazım. Kolay değil baba olmak da. Babalar sesiz ağlar. Baba sesli ağlıyorsa işte o zaman felaket demektir…
Belki evladınız, evlatlarınız size gelmez. O zamanlarda çocuklarınız küçükken çok zor gelmez size, babalık ama yaş ilerledikçe, yaşlandıkça sorumluluk arttıkça çok daha iyi anlarsınız kolay olmadığını babalığın…
Benim babam, Babasız büyüdüğü ve tahsili olamadığı için Güneydoğu da bir sınır kasabasında kendi kendini yetiştirmeye çalışmış. 1915 yılında doğmuştu. İkinci dünya savaşının bedelini çocukluğunda babasızlıkla yaşamıştı…
Babam doğrucu adamdı. Dünya’da nesli tükenen ve sadece o ilçede var olan Kelaynak kuşlarının şehri olan Şanlı Urfa’nın, Birecik ilçesinde doğup büyümüş, yalan söylememe üzerinde çok dururdu. Masum insanla, güçsüzler, garibanlarla asla uğraşmaz, parasının, makamının verdiği güçle atıp tutanlara, şımarıklık yapıp karşısında olanları ezmeye çalışanlara asla tahammül etmez; bir gün bir şekilde onlara hadlerini bildirmeyi görev bilirdi. Hep görevinin gereği de olsa hep insanları doğru yola sevk etmeyi ve dürüstlüğü öğütlerdi. Evimize gelen misafirleri yemek yemeden bırakmazdı. Evde pişen yemekten mutlaka iki veya üç komşuya vermesini Anneme öğütlerdi…
Babam iri ve şişmandı. Elleri bahçe küreği gibiydi. Vurduğunu devirecek güçteydi, ama ona rağmen asla şiddete başvurmazdı. Bize de “kimseyle tartışmayın, kavga etmeyin. Kimseye vurmayın, ansızın kötü bir yerine gelir, o sakatlanır, siz ömür boyu vicdan azabı” çekersiniz derdi. Kızardı ama beş dakikada öfkesi geçerdi. Hayatı boyunca Diyanet İşlerinin Cami hocalığı maaşıyla çalışıp, hak edip kazanmayı tercih etti…
Ben babamı hep sevdim, gurur duydum. İnşallah tüm evlatlar babaları ile hep gurur duyarlar. İnşallah tüm babalara hep evlatlarının gurur duyacağı işleri nasip olur. Ebediyete intikal eden Babam, sonra Annem için hep dua ediyorum hep annem, babam diyorum ama giden gelmiyor. Kara toprağın altına girip de geriye gelen var mı?
Hayattayken babalarımızın, Annelerimizin kıymetini bilelim. Sonradan ahhh, vaaah demeyelim…