Güzellik ve zarafet, insanların ilk çağlardan bu yana her zaman ilgi duydukları ve insanın yaratılışında buna çok yatkın olduğunu gösteren su götürmez bir gerçektir. İlk çağlardaki kaya oymacılığından 20.yy’daki Pop Art akımına, seramik çini işlemeciliğinden heykelciliğe kadar insanlar hep sanata ve estetiğe ilgi ve alaka duymuşlardır. Her dönemde olduğu gibi Kuran-ı Kerim’in indirildiği dönemde de sanat ve estetik, güzellik ve zarafet hep olmuştur. Ve göz önünde tutulmuştur.
Bazı kimseler Kuran-ı Kerim’i ve İslam dinini kendilerince -haşa- küçük görmek için Peygamberlerimizin yaşadıkları dönemde sanat ve kültür yönünden gerici bir zihniyet olduğunu yaftalamaktadırlar. Bu zihniyetin temeli İslamofobiden kaynaklıdır. Kuran ve İslam tarihindeki sanat ve kültür, bu kaba yobaz zihniyetin önüne geçer. Zira günümüzdeki yobaz ve gerici tutumlar Avrupalı insanların ve ateistlerin İslam dininden uzaklaşmasına vesile olmuştur. Bu yobaz ve gerici tutumların yansıdığı noktalardan bir tanesi de sanat ve kültürdür. Ancak gerçekler çok farklıdır. Hz. Süleyman’ın Kudüs şehrini imar edip saraylar ve köşklerle süsleyişi, Hz. Muhammed’in inşa ettirdiği Mescid-i Nebevi’de varaklı sütunların oluşu gibi daha nice örnekler Peygamberlerin -haşa- gerici olduklarını değil toplumu sanata götüren önder kişiler olduğu kanıtlar. Zira sanat ve kültür İslam’da olduğu için Peygamberler estetik ve zarafet yönünden de İslam’ı tebliğ etmişlerdir. Bir hadiste:’’Bir adam, “İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır!” deyince Resûlullah (s.a.v.), “Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakikati inkâr etmek ve insanları küçümsemektir.” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 147) Hal böyleyken Peygamberlerin insanlara önderlik ettiği bu dönemlerde toplumlar sadece sanat olmamakla beraber birçok yönden gelişmiş ve kendilerinden sonraki nesillere de yol gösterici olmuşlardır. İslam dininde sanatın ve zarafetin oluşu bir Kuran ayetinde şu şekilde ifade edilir: ‘’Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırdık. Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. ‘Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın.’ Kullarımdan şükreden azdır.’’ (Sebe Suresi 12-13. Ayet). Ayette ifade edilen bakır madeninin işlenişi, süslü heykellerin ve kalelerin oluşu yüce Allah’ın insanlara Kuran ile sunduğu güzelliklerden bir tanesini; yani sanatı açıklar.
Estetik ve sanat bu kadar güzel ve helal iken bunları -haşa- haram kılmak Kuran ayetlerine yani Allah’a iftira atmak demektir. Bu tutum ile İslam dininin farklı görüşteki insanlara korku uyandıran bir zihniyet olarak gelmesi çok olağandır. Bu durumun önüne Müslümanların ancak Kuran’daki hükümlere tam anlamıyla uyması ve yaşamasıyla geçilebilir. Böylece İslam’ın gerçek anlamıyla dünyaya tebliğ edilişini görmüş oluruz.